İzmir Barosu: Ana Sayfa
İzmir Barosu: Ana Sayfa
İzmir Barosu Başkanı Av. Sema Pekdaş'ın Adli Yıl Açış Konuşması
12 Eylül 2011 - 00:00:00
Biz Avukatlar; düşüncelerimiz, inançlarımız, aidiyetlerimiz ne olursa olsun insanların çektikleri acılar ve yaşadığı baskılar karşısında özgürlük ve adalet talep etme haklarına saygı duyulmasını sağlamak, dürüst davranış bekleme haklarının var olduğunu ifade etmek, insan haklarına uyulmasını ve korunmasını istemek, insan hakkı ihlallerine karşı çıkmak için varız.
 

İzmir Adliyesinin Değerli Yargıç ve Savcıları, Sevgili Meslektaşlarım ,

 

İzmir Barosu Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarım ve kendi adıma sizleri saygı ile selamlıyor, 2011-2012 Adli Yılının hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir yıl olmasını diliyor; yargıçlarımıza, savcılarımıza, avukatlarımıza, yargı çalışanlarımıza adalet ve hakkaniyet için gösterecekleri çabalar adına şimdiden teşekkürlerimi sunmayı bir borç biliyorum.

 

Yeni Adlı Yıl'ın açılışı nedeniyle mesleğim ve meslektaşlarım adına konuşmak benim için hem bir onur hem de sorumluluk.

 

Meslek örgütümüz Barolar; sadece avukatlık mesleği ile ilgili bir meslek kuruluşu olmayıp aynı zamanda hukukun üstünlüğünü, başta insan hakları olmak üzere her türlü hak ve özgürlükleri savunmak ve korumak,  alanlarını genişletmek ve her koşulda demokrasiye katkı yapmakla görevli ve yükümlü olan kuruluşlardır.

 

Dolayısıyla biz Avukatlar; düşüncelerimiz, inançlarımız, aidiyetlerimiz ne olursa olsun insanların çektikleri acılar ve yaşadığı baskılar karşısında özgürlük ve adalet talep etme haklarına saygı duyulmasını sağlamak, dürüst davranış bekleme haklarının var olduğunu ifade etmek, insan haklarına uyulmasını ve korunmasını istemek, insan hakkı ihlallerine karşı çıkmak için varız.

 

Dolayısıyla mesleğimiz bize, varolan her türlü soru ve sorunu ifade etmek sorumluluğunu yüklemektedir ve bu sorumluluğumuz aynı zamanda tarihe not düşmeyi de içermektedir.

 

Bu noktada;  demokratik bir sistemde, her türlü eleştirinin yurttaşların temel hakkı olduğunu ve hiç bir kişi ve kurumun eleştiri dışı olmadığını vurgulamak gerekmektedir. Kaldı ki, yerleşik kurumların ve uygulamaların eleştirilmediği bir toplumda, demokrasiden söz etmek de mümkün değildir...

 

Ancak bugün ülkemizde en temel bireysel hak ve özgürlüklerden olan ifade özgürlüğü,  basın özgürlüğü, savunma hakkı ve özgürlüğünün, özel hayatın dokunulmazlığı gibi pek çok temel insan haklarının gerçekten varolduğunu söylemek mümkün bulunmamaktadır.

 

Gazeteciler yazdıklarından, hatta basılmamış kitaplarından dolayı özgürlüklerinden mahrum edilerek tutuklu yargılanmakta; avukatlar yaptıkları savunmalardan hatta yapamadıkları savunmalardan dolayı sorumlu tutularak haklarında soruşturmalar açılmakta…

 

Diğer taraftan telefon ve ortam dinlemeleri ile insanların özel alanlarına müdahale edilmekte ve bu şekilde elde edilen bilgiler hukuka aykırı olarak ve bütünlüğünden kopartılarak soruşturma konusu edildiği gibi  kamuya sunulabilmekte…

 

Bütün bu uygulamalar CMK 250 maddesi ile kurulan özel görevli ağır ceza mahkemeleri yargılamalarında gündeme gelmekte ve sürekli olarak haber bültenlerinin ilk sıralarını işgal etmektedir.

 

Özel soruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kullandırılmaması niteliğindeki kısıtlama-gizlilik kararlarıyla, siyasi tehdit aracı gibi çalışan tarzlarıyla hiç de demokratik olmayan ve hukuk devletinde yerleri bulunmayan bu mahkemelerin bir an önce kaldırılması gerekliliği 17 Nisan 2011 tarihinde Türkiye Barolar Birliği ve 57 Baro tarafından imzalanan İzmir Deklarasyonunda ifade edilmiştir.

 

Ayrıca yine Barolar Birliğinin 7-8 Mayıs 2011 tarihlerinde Adana'da toplanan 31.  olağan genel kurulunun 9 maddeden oluşan sonuç bildirgesinin 1. maddesinde "Kapatılan DGM'lerin devamı niteliğinde olan CMK m. 250 kapsamındaki özel görevli Ağır Ceza Mahkemeleri demokrasi, hukuk devleti ve adil yargılanma hakkının zorunlu koşulu olarak ivedilikle kapatılmalıdır. TBB ve Barolar ve demokrasi ve yargının kurucu unsuru olan avukatlar, bu istemi kararlılıkla takip edecekler ve gerektiğinde hukuktan gelen güçlerini kullanmakta tereddüt etmeyeceklerdir". denilmek suretiyle sorunun vahametine dikkat çekilmiştir.

 

Barolar Birliği ve Barolarımız tarafından yapılan bu değerlendirmeler yargı kararlarının eleştirilmesi ya da yargıya saygısızlık olmadığı gibi, görülmekte olan davalara müdahale niteliğinde de değildir.

 

Kaldı ki, adil yargılanma hakkının savunulması anlamında yapılan bu tartışmaların sürmekte olan davaları etkileyeceği gerekçesiyle engellenmesi, toplumdaki kimi rahatsızlıkların hiçbir zaman konuşulmaması, tartışılmaması anlamına gelir ki, hukukçu olarak, bunu kabul etmemiz olanaksızdır. Yargının saygınlığını korumak adına zorla dayatılan suskunluk, yargıya saygıyı artırmaktan daha çok, yargıya yönelik kuşkuyu ve itaatsizliği besler.

 

Değerli Hukukçular,

 

Kamu adına hareket eden, suç ve suçluları soruşturan, bu amaçla iddia ve ithamın dayanağını oluşturan kanıtları toplayan savcılara, insan haklarının korunması hususunda önemli görevler düşmektedir.

 

İddianın ve ithamın dayanağını oluşturan kanıtları toplamak ve iddia etmek, savcı için nasıl bir görev ise, lekelenmemek de şüphelinin/sanığın hakkıdır. Suçlu olduğunun kanıtlanmasına kadar kişinin suçsuz sayılacağını öngören "masumiyet karinesi"nin parçası olan "lekelenmeme hakkı", temel bir insan hakkıdır.

 

Ceza soruşturmalarında bağlı kalınması gereken temel ve evrensel ilkelerin başında, "hukukilik ilkesi", "oranlılık ilkesi" ve "insan onurunun dokunulmazlığı ilkesi"  yürütülen işlemlerin yasal ve ahlaki bir temele oturması,  iddia kanıtlarının yasal ve kabul edilebilir ahlaki ölçü ve sınırlar içinde yani hileli olmayan yollarla  toplanmasını öngören "dürüst işlem ilkesi"dir. 

 

Yine "iddianame"nin mümkün olduğunca kısa, şüphelinin neyle ve hangi kanıtlarla suçlandığını kolayca anlayabilmesi ve buna göre savunmasını yapabilmesi için açık, anlaşılır ve somut olması, sadece iddiaya konu olay ve olgular ile kanıtları içermesi gerekir.

 

Bugün örgütlü olarak işlendiği ileri sürülen suçlara konu  pek çok davanın dayanağı olan iddianameler, belirtilen bu ilkelere uygun olarak hazırlanmadığı gibi, bu iddianameler öncesinde yürütülen soruşturmalarda da ceza hukukunun temel ve evrensel ilkelerine uyulduğunu söylemek  mümkün değildir. 

 

Diğer taraftan,  "adil yargılanma hakkı" gereğince, ceza soruşturmasının mümkün olan en kısa sürede tamamlanması, ceza davası açılmış ise yargılamanın "makul bir süre" içinde sona erdirilmesi ve davanın nihai olarak karara bağlanması gerekir.

 

Diğer taraftan tutuklama kararı, bir hakka, yani özgürlük hakkına hukuk yoluyla da olsa tecavüz niteliği taşıdığı, adil yargılanma hakkı ile doğrudan ilişkili ve yine ceza değil bir önlem, kural değil bir istisna olduğu için son derece dikkatli biçimde verilmesi gereken kararlardandır.

 

Ne yazık ki, ülkemizdeki uygulama biçimi itibariyle tutuklama, istisna ve önlem olmaktan çıkmış, kurala ve hatta erken infaza dönüşmüştür.  Oysa Ceza yargılamasında 300 yıl önce tanınan Habeas Corpus Hakkının yani asıl olanın tutuksuz yargılama olduğu unutulmamalıdır.

 

Değerli Hukukçular,

 

Yargılama faaliyetinin asıl olarak İddia, savunma, yargıç olarak  üç unsurdan oluştuğunu söylemek artık eksik kalmaktadır. Yargı çalışanları da yargılama faaliyetinin olmazsa olmazlarıdır.  Yargıda yapılacak her düzenlemede yargı çalışanları mutlaka dikkate alınmalıdır.

 

Demokratik hukuk devletlerinde yargı organları, yürütmeden tamamen bağımsız ve tarafsız konumda olmalarının mutlaka sağlanması gerektiği gibi yargılama faaliyetinin merkezinde de savunma hakkının bulunduğu unutulmamalıdır. Yargılama faaliyetinin merkezine savunmayı, yani avukatı koymadığınızda, onun adı yargılama olmaz, yargısız infaz olur. Yine avukatın saygınlığının  ve etkinliğinin olmadığı veya korunmadığı bir ülkede, ne yargıç ve savcı saygınlığı olur ne de adil yargılanma mümkündür.

 

Bu noktada bir tarafta; yargı bağımsızlığı ve HSYK'nın yapısı ile Avukatlık Mesleğinin tanımı ve kurumsallaşması diğer tarafta Hukuk Fakültelerinin kalitesi ve niteliği sorunu ortaya çıkmaktadır.

 

Ben, mevcut hukuk fakültelerinin niteliği üzerinden bir çalışma ile işe başlamak gerektiğini düşünenlerdenim. Hukuk eğitiminin 2. yüksek öğrenim olarak yeniden düzenlenmesinden veya öğrenim süresi üzerinden pek çok tartışmayı yapmak mümkündür. Ama öncelikle gerek fiziki koşulları, gerekse akademisyen kadrosu yönünden yeterli ve standartlara uygun olmayanların kapatılması, yeni açılacak olanların sıkı standartlara tabi tutulması gerekir.

 

Avukatlık mesleği de mesleğe kabulle birlikte yeniden tanımlanmak ihtiyacındadır. Mesleğe kabul  için 2001 yılında getirilen ancak iptal edilen  sınav şartının şekli ve niteliğini yeniden  gündemimize almak zorundayız. 

 

Ayrıca yaşamın değişimi karşısında  kanunlar da zamanla işe yaramaz ve kullanılamaz hale gelmekte; yaşamın diyalektiği yasaların değişmesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk son 10 yıl içinde temel yasalarımızın tamamının değişmesini gündeme getirmiştir. Yeni adli yılda da üç temel yasamız TTK,  BK, HMK yenilenmiş halleri ile uygulamaya geçecektir.  Bu durum  tüm hukukçuların meslek içi eğitimlerinin zorunlu hale gelmesini gerektirmektedir.

 

Bu tespitler dolayısıyla mesleğimiz için uzmanlık ve  Hukuk Akademisi gibi kurumların gerekliliği kaçınılmaz görünmektedir. 

 

Avukatlık mesleğinin hukuk devletinde olduğunu unutmadan CMK kapsamında görev yapan meslektaşlarımızın sorunlarının bir an önce çözümlenmesi gerekmektedir. Bunun için öncelikle CMK uygulamalarında sorumluluğun yeniden Barolara verilmesi gerektiği gibi ücretlerin de T.B.B Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine uyarlanması gerekmektedir.

 

Ayrıca hukuk davalarının da hak kayıplarının yaşanmaması ve değişen HMK nın  yapısı gereği avukatsız takibi mümkün olmamalıdır.

 

Sayın Hukukçular

 

Hepimiz biliriz ki; Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, adil yargılanma hakkının güvencesidir. Yargı bağımsızlığı ilkesi yargıçlara tanınmış bir ayrıcalık değil, onların tarafsızlığını sağlamanın aracıdır. Kişisel bir davranış ve hatta dürüstlük ilkesi olan tarafsızlık, siyasi sempati ve ideolojik eğilimlerin olmaması anlamına gelir.

 

1982 Anayasası'nın Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun oluşumu ile ilgili düzenlemesi, anayasal demokrasilerde örneği olmayan ve savunulması mümkün bulunmayan  bir sistemdi.

 

Ancak 12 Eylül Referandumu ile Anayasa'nın 159. maddesinde yapılan değişiklikler, eleştirilen yönlerin düzeltilmesine yönelik değil, aksi yönde olmuş; Adalet Bakanı'nın ve Müsteşarının kuruldaki doğal üyelikleri korunmuştur. HSYK; Adalet Bakanlığının müdahalesine tamamen açık kurum halini korumaya devam etmektedir.

 

Bize göre Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun yeniden yapılanmasıyla ilgili olarak getirilen bu düzenlemeler, yargı bağımsızlığını ciddi şekilde zedeleyecek ve hatta tehdit edecek boyuttadır ve bu nedenle çok kısa süredeki  HSYK uygulamaları ile ciddi rahatsızlıklar ve  tartışmalar gündeme gelmektedir.

 

Bu noktada Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun oluşumuyla ilgili  Türkiye Barolar Birliği'nin 2007 yılında hazırladığı Anayasa Önerisi'nde yer alan ve Yüksek Kurulu, Hâkimler Yüksek Kurulu ile Savcılar Yüksek Kurulu biçiminde iki ayrı yapıda düzenleyen, en önemlisi  yargının kurucu unsuru olan savunmanın temsilcisi avukatlara her iki kurulda da yer veren modele yeniden dikkat çekmek istemekteyiz.  

 

Zira hâkimlik ve savcılık birbirlerinden farklı olan iki ayrı meslektir ve bu mesleklerin iki ayrı yapıda örgütlenmesi gerekir. Dahası, "silahların eşitliği", yani iddia ve savunma makamlarının eşit konumda bulunmaları ilkesi de bunu gerektirir.

 

Silahların Eşitliği ilkesi ve Adil Yargılanma Hakkı çerçevesinde  Avukatlık Kanunu'nda "savunmanın yargının kurucu unsuru" olduğuna ilişkin hükmünün hiçbir şekilde unutulmaması ve içselleştirilmesi dileği ve saygılarımla. 06 Eylül 2011

 

Av. Sema PEKDAŞ

İzmir Barosu Başkanı


 

 

 

 
İçerik-11
İçerik-10
İçerik-12
İçerik-9
İçerik-13
Baro Levhası BARO LEVHASI
Sicil No:
Adı:
Soyadı:
BaroNet
Anlaşmalı Hastaneler
Av.M.Taner Ünlü Kütüphanesi
BaroTV
OCAS
UYAP
Avukat Spor Oyunları
Baro Kart
E-İmza