BASINA VE KAMUOYUNA
Geçtiğimiz ay - 2013 / Haziran ayı - hem Türkiye tarihinde, hem de pek çoğumuzun kişisel tarihlerinde daha şimdiden unutulmaz ve çok önemli bir yere sahip oldu.
Demokrasi, özgürlükler, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi kavramlar Türkiye gündeminde hiçbir zaman bu kadar çok konuşulmadı, bu kadar çok tartışılmadı.
Bir tarafta kendisini ifade etmenin en temel insan hakkı olduğu bilinciyle bu hakkını kullanan, iradem var ve önemli diyen insanlar; diğer tarafta insanların haklarını kullanmalarına tahammülsüz ve bu varoluşu her türlü baskı yöntemiyle bastırmaya çalışan siyasal iktidar.
Yaşanan bu süreçte siyasal iktidarın tahammülsüzlüğü ve hukuka aykırı yaklaşımları sebebiyle insanlar öldü, pek çok yurttaşımız yaralandı, sağlıkları bozuldu, yoğun gözaltılar yaşandı ve tutuklamalar gerçekleşti.
Bu gözaltıların bir bölümü de twitter gözaltıları olarak kayda geçti ve ilk olarak İzmir'de yaşandı. Bu gelişmeye dünya kamuoyu neredeyse Türkiye kamuoyundan daha fazla ilgi gösterdi ve haberlerinin ilk sıralarında yer verdi.
Çünkü, başta B.M. olmak üzere uluslararası kuruluşlar, internet ve sosyal medyanın ifade ve basın özgürlüğünün en temel aracı ve demokrasi için vazgeçilmez olduklarını tartışmasız kabul etmektedir.
Gerçekten de öyle ve bu durumu Haziran ayı hepimize öğretti. Siyasal iktidarın ana akım medya üzerindeki baskısı sosyal medya ile kırılmış; medyanın gerçekleri görmezden gelmesi ve yalan haber üretmesinin önüne sosyal medya ile geçilmiş ve gerçeklerin öğrenilmesinin yolu açılmıştır.
Bilgiden, bilginin şeffaflaşmasından ve dolaşımda olmasından demokrasiler ve hukuk devleti rahatsızlık duymaz. Rahatsızlık duyuyorsa ve yurttaşlarının ifade ve haberleşme özgürlüğünü engellemeye çalışıyorsa o devlete hukuk devleti denmez.
Oysa geçen ay hukuk devletinde yaşanıyor denmesi mümkün olmayan olaylar yaşadık. Bir taraftan twitter mesajları gerekçe gösterilerek insanlar, gençler gözaltına alınmış, korkunun egemen olması amaçlanmış; diğer taraftan da sosyal medya üzerinden haberleşmenin engellenmesine yönelik idari tasarruflar ve yasal düzenlemeler için düğmeye basılmıştır.
Hükümet tarafından TBMM'e sunulan 26 Haziran'da TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilen ve dün de TBMM Genel Kurulunda görüşülmeye başlanan 2014-2018 yıllarını kapsayan 10. Kalkınma Planında, sosyal medya ve internetin aile üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmaya yönelik tedbirlerin alınmasının hedeflenmesi başlığı sosyal medyaya yapılacak sansürün sinyali niteliğindedir.
Ayrıca bu süreçte siyasal iktidar yetkilileri sürekli olarak Twitter'in yasal zemini olmadığını, twitterin baş belası olduğunu belirterek sosyal medyaya göz açtırılmayacağı tehdidinde bulunmaktalar. Ancak bilinmelidir ki, çıkarılması hedeflenen bu tür sansür yasaları ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nun merkezi filtresi gibi düzenlemeler anayasaya ve bu konudaki uluslar arası sözleşmelere aykırı olacaktır.
Öte yandan, son günlerde MİT Müsteşarlığının gündemde fazlaca yer işgal etmeye başlaması da manidardır. MİT Müsteşarlığı Gezi olaylarından sonra sosyal medya üzerinden yurttaşları fişlendiği iddiasıyla gündeme gelmiş, ancak bu iddia yetkililerce reddedilmiş, "…teşkilatımızın kendi halkını fişleme gibi çağdışı bir uygulama faaliyeti içinde göstermek; gerçek dışı olduğu kadar haksız ve mesnetsizdir…" denmiştir.
Ancak, Başbakanlık ve MİT Müsteşarlığının "2937 Sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağı" çalışması içinde oldukları haberlerini kaygıyla izlemekte olduğumuzu belirtmek gerekecektir.
Acaba MİT Müsteşarlığının fişleme iddialarına tepkisinin nedeni bu kanun taslağına yönelik haberlerin üstünün örtülmesi amacını mı taşımakta? Çünkü bu taslak yasalaşırsa ne sosyal medyada haberleşme özgürlüğü kalabilecek, ne de kişisel verilerin gizliliği korunabilecektir.
Sözkonusu taslakla muhtemel iç tehditlere karşı MİT'e operasyon yetkisi verilmektedir. Muhtemel iç tehdit kavramının muğlak bir kavram olmasından öte en vahimi MİT'in bu operasyonu mahkemelerden izin almadan yapabilecek olmasıdır. Ayrıca MİT'in kamu kurum ve kuruluşlarının istihbarat çalışmalarına yönlendirilmesi için MGK ve Başbakana teklifte bulunması da görevleri arasında sayılmıştır. Herkesin muhbir vatandaş yapılmaya çalışılacağı ve soruşturmaların bu ihbarlar üzerinden yapılacağı bir ülkede hukuktan da hukukun üstünlüğünden de bahsedilemeyecektir.
Taslaktaki demokrasi ve insan haklarına aykırı çok vahim bir düzenleme ise; MİT'in bakanlıklar, yargı organları, diğer tüm kamu kurum ve kuruluşları kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, ….gibi kurumlardan görevleri kapsamında elde ettikleri her türlü bilgi veya veriyi devlet istihbaratının oluşturulması amacıyla talep edebilecek olması ve ilgililerin mevzuatta yer alan özel düzenlemeleri öne sürerek bilgi vermekten kaçınamayacakları hususundadır.
Bu kısa değerlendirme, sözkonusu taslağın yasalaşması halinde hiçbir yurttaşın hukuki güvenliğinin olamayacağı ve ortadan kalkacağı anlamındadır.
Bu noktada demokrasi ve özgürlükler mücadelesinde kararlı ve cesaretli İzmir Barosu'nun, bu tür yasal düzenlemelere karşı da hukuk örgütü olma sorumluluğuyla mücadele edeceği bilinmelidir.
Yaşadığımız süreçte bir taraftan bu tür gelişmeler söz konusuyken, diğer taraftan somut olarak hak ihlalleri ve hukuksuzluklarla karşı karşıya kaldık. Bunlardan biri de Twitter gözaltıları olarak adlandırılan soruşturmada müdafii olarak görev yapan meslektaşlarımızın yaşadıklarıdır. Meslektaşlarımız dosyada bulunan belgeler üzerinde yaptıkları incelemelerden ulaştıkları sonuçları Baromuza aktarmışlardır. Aktarılan bu bilgiler çok vahimdir.
Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları, bir mahkeme kararı olmaksızın bazı kişilerin twitter ve facebook hesaplarına girmişler, tüm mesajlarını incelemişler ve kaydetmişlerdir. Hatta bu kişilerin iletişim cihazlarının IP numaralarının tespit edildiğine veya tespit edilmesi gerektiğine ilişkin de bir mahkeme kararı veya savcılık talimatı da soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Yasal bir tespit yapılmaksızın varsayımlarla insanlar gözaltına alınmışlardır.
Öyle ki kolluk görevlileri tarafından tutulan tespit tutanağında "….müdürlüğümüz görevlileri tarafından sanal alemde ve özellikle sosyal medyada yapılan kontrollerde…." İbaresi yeralmaktadır. Bu cümle hem müdafii olarak görev yapan meslektaşlarımızı hem de hepimizi dehşete düşürmüştür. Bu cümle her şeyi anlatmaya yeter niteliktedir. "Hepimiz izleniyoruz, hepimiz fişleniyoruz." Sadece gözaltına alınanlar değil, tüm toplum özgürlüklerini kullanmak konusunda korku ve tehdit altına alınmaktadır. Bu durumun kabul edilmesi mümkün değildir.
Bu nedenle twitter gözaltılarında yaşanan ve dosyada yeralan tüm hukuksuzlukları müdafii olarak görev yapan meslektaşlarımız adli ve idari şikayete konu yapmaktadırlar ve İzmir Barosu, bu meslektaşlarımızın hukuk mücadelesinde onlarla birliktedir.
Ayrıca Bugün 2 Temmuz 2013. Bundan 20 yıl önce Sivas'ta Madımak Otel'de insanlar düşünceleri ve inançları sebebiyle yakıldı; yaşanan zulüm ve vahşetti. Keşke o zamanlar sosyal medya olsaydı da, insanlar yanmasın diye tüm dünya ayağa kaldırılsaydı. Özgürlükler; ifade özgürlüğü, iletişim özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü yaşamak, insanca yaşamak için hava gibi, su gibidir. Vazgeçmeyiz, vazgeçemeyiz.
Haksızlığa ve zulme karşı adalet ve vicdan mücadelesi, İzmir Barosunun onuru olmuştur ve olacaktır.
İzmir Barosu Başkanlığı