BASINA VE KAMUOYUNA
İNSAN HAKLARI DOKUNULAMAZ, DEVREDİLEMEZ, ERTELENEMEZ BİR BÜTÜNDÜR VE EVRENSELDİR!
Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 64. yıldönümü.
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde ve iki büyük savaştan edinilen acı deneyimlerin üzerine, ortak bir değerler sistemi oluşturmak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler'in insan haklarının evrenselliği fikrini temel alan Evrensel Bildirge'yi kabulü insanlık için büyük bir kazanımdır.
Buna karşın günümüzde, uygarlık değerlerinin çiğnendiği, insan hakları açısından kazanımların gerilediği, insan öğesinin değil, maddi değerlerin ve eşitsizliklerin öne çıkarıldığı bir döneme girilmiştir.
Bir yandan uygulanan neo-liberal politikalar sonucunda derinleşen sosyal eşitsizlik, adaletsizlik ve yoksulluk nedeniyle toplumlar yoğun bir sosyal güvenlik kaygısı yaşamaya terkedilmiş, diğer yandan özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra devletlerin, "terör" gerekçesiyle bir güvenlik "paranoyası" yaratması sonucu otoriter yönetim anlayışları güçlendirilmiştir. Toplumlara dayatılan militarist ve polisiye önlemler sonucu istisna hali kurumsallaştırılarak adeta birküresel olağanüstü halrejimi oluşturulmuştur.
Belirtilen bu politikaların yarattığı belli başlı sonuçlar şöyle özetlenebilir:
- Uluslararası sermayenin küreselleşme politikalarının yol açtığı ağır ekonomik kriz tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Bu nedenle 2012 yılında dünya halkları; derinleşen işsizlik, yoksulluk ve açlıkla birlikte artan yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve nefret söyleminin öne çıktığı hak ihlallerine maruz kalmıştır.
- 2012 yılında dünyanın hemen her yerinde geniş halk kitleleri, derinleşen ekonomik krizlerin sırtlarına yüklenmek istenen ağır faturasına itiraz etmek ve/veya yıllardır baskısı altında yaşadıkları anti-demokratik/gerici rejimlerden kurtulmak için sokaklara çıkarak protestolarda bulunmuştur. Ancak iktidarların bu protestolara yönelik müdahale ve bastırma girişimleri sonucunda başta yaşam hakkı ve işkence olmak üzere ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Söz konusu ihlaller, bölgemiz Ortadoğu'da özellikle de Suriye'de yaşanan iç savaş ve İsrail'in Filistin'e yönelik saldırıları sonucunda daha büyük bir boyut ve yoğunluğa ulaşmaktadır.
- Yaşanan doğal afetlerin ardından yüz binlerce insan kendi kaderleri ile baş başa bırakılmakta, etnik, ulusal ve dinsel farklılıkların kışkırtılmasıyla büyük insan toplulukları, halklar çeşitli saldırılara maruz kalmakta, büyük göç hareketleri gerçekleşmekte, yaşanan eşitsizlik ve ayrımcılıklar insanları umutsuzluğa yöneltmektedir. Birçok Avrupa ülkesinde göçmenlik yasaları, küreselleşme politikalarının mağduru on binlerce insanın sınır dışı edilmesine neden olacak biçimde değiştirilmekte, mülteci kamplarının koşulları ağırlaştırılmakta, kamplarda temel insan hakları ihlalleri yoğunlaşmaktadır.
- Terörle mücadele gerekçesiyle başta ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere birçok batı ülkesinde bir insanlık suçu olan işkenceyi meşrulaştırmaya ve ona hukuksal dayanak kazandırmaya yönelik girişimlerde kaygı verici bir artış gözlenmektedir.
-Küresel iklim değişikliği nedeniyle su kaynakları hızla tükenmekte, deniz ve göllerde değişimler yaşanmakta, yaban hayatı ve bio-çeşitlilik yok olmakta, doğal denge bozulmakta, meteorolojik karakterli doğal afetler neredeyse olağan hale gelmektedir.
2012 yılı ülkemizde de insan hakları açısından ciddi sorunların yaşandığı bir yıl olmuştur. Bu yılın özellikle ikinci yarısında Kürt Sorunu bağlamında tırmanışa geçen şiddet sarmalı ve çatışmalar nedeniyle yaşam hakkı ihlallerinde kaygı verici bir artış yaşanmıştır. Bunun yanı sıra işkence yasağı ihlalleri, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler, düşünce ve ifade özgürlüğü, tutuklu gazeteciler, cezaevlerinde ölümler, kadına ve cinsel yönelimi farklı olanlara yönelik şiddet, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar gibi başlıkların 2012 yılında da öne çıktığını görüyoruz.
Bu başlıkların dışında her ne kadar 2011'in son günlerinde gerçekleşse de sorumluları hala ortaya çıkarılamadığı ve adalet tesis edilemediği için etkisi ve yol açtığı acılar 2012 yılı boyunca tüm ağırlığı ile devam eden Hakkari/Uludere (Roboski) de 19'u çocuk yaşta 34 yurttaşımızın savaş uçaklarından atılan bombalar ile katledilmesi olayı 2012 yılının insan hakları tablosunda özgün bir yere sahiptir.
İŞKENCE ve KÖTÜ MUAMELE
İşkence, hala ülkemizdeki insan hakları ihlalleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Hükümetin "sıfır tolerans" söyleminin hiçbir kıymeti ve önemi kalmamıştır. Özellikle kolluk kuvvetlerinin silah ve güç kullanmasına ilişkin kendilerine verilen geniş ve sınırları net olarak çizilmemiş yetkiyi kötüye kullanmaları sonucunda yaşam hakkı ihlalleri yaşandığı gibi işkence niteliğindeki eylemlerde de dramatik bir artış olduğu gözlemlenmiştir.
- Güvenlik güçlerinin gözetim ve denetimi altındaki yerlerde, gözaltı merkezlerinde, askeri kışlalarda işkence halen devam etmektedir. Yanı sıra Polis Vazife ve Salahiyet Yasası'nda (PVSK) 2007 yılında yapılan değişiklik sonucunda işkence ve diğer kötü muamele fiilleri açık alana da yayılmış ve protesto ya da hak taleplerine yönelik her türlü toplantı ve gösteri polisin şiddet ve müdahalesine maruz kalmıştır.
- Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) 2012 yılının ilk 11 ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 506 kişi başvurmuştur. Başvuranların 217'si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
- İnsan Hakları Derneği'ne ise 2012 yılının ilk 10 ayında işkence gördüğünü belirten 397 kişi başvurmuştur.
- Askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzak kapalı bir kutu durumundadır. Cezaevlerinin izlenmesi ve denetimi için 4681 sayılı kanunla kurulmuş olan ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurulları, yasal kısıtlılık nedeniyle askeri ceza ve tutukevlerinde izleme ve denetim yapamamaktadırlar. Buralarda yaşanan işkence ve kötü muamele olayları hakkında ancak bir ölüm gerçekleştiğinde kamuoyunun bilgisi olabiliyor.
- www.askerhaklari.com sitesinin verilerine göre 1 Ocak - 30 Ekim 2012 tarihleri arasında 62 asker işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır.
- Cezasızlık hala işkence ile mücadelede en önemli engeldir. Faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence dışında cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsurlardan birisi olarak hala karşımızda durmaktadır.
YAŞAM HAKKI
Her zaman gündemde tutulan güvenlik kaygıları, 2005 yılında Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda (CMK), 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu'nda (TMK) ve 2007 yılında PVSK'da yapılan düzenlemelerde ifadesini buldu. Bunun gözlenebilir sonucu ise son birkaç yılda yaşam hakkı ihlallerindeki ile işkence ve diğer kötü muamele iddialarındaki artıştır. Kolluk güçlerinin güç kullanma yetkilerini genişleten bu değişikler sonucunda yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, toplantı ve gösteri özgürlüğü ve yanı sıra örgütlenme özgürlüğüne yönelik her geçen gün daha fazla görülen aşındırma ve ihlaller 2012 yılında da devam etmiştir. Böylesi bir ortamda çatışmalardaki yoğunluk ve hızlı tırmanış tüm hak kategorilerinde yıkıma varan bir eğilimi de başlatmış durumdadır.
- TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre 1 Ocak - 30 Kasım 2012 arasında
- Gözaltı birimlerinde şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren kişi sayısı 9'dur.
- Cezaevlerinde çeşitli nedenlerle yaşamını yitiren kişi sayısı 60'dır.
- Yargısız infaz, dur ihtarı veya rastgele ateş açma sonucu 35 kişi yaşamını yitirmiştir.
- Kim tarafından öldürüldüğü bilinemeyen kişi sayısı 19'dur.
- Kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösterilere müdahalesi sonucu 4 kişi yaşamını yitirmiştir.
- www.askerhaklari.com sitesinin verilerine göre 1 Ocak - 30 Kasım 2012 tarihleri arasında zorunlu askerlik hizmetini yapan 44 kişi intihar ederek ya da şüpheli bir biçimde yaşamını yitirmiştir.
KÜRT SORUNU
2012 yılında da Kürt sorunu, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi sorununun en önemli halkası olmayı sürdürdü. Bu sorun, bugüne kadar terör ve asayiş sorunu olarak nitelendirilmiş; ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal ve hukuksal boyutları ihmal edilmiş; bu sorun ile Türkiye'nin demokratikleşmesi arasındaki bağ koparılmak istenmiştir. Özellikle diyalog ve çözüm süreçlerinde yaşanan tıkanma, şiddet ve çatışma ortamının tırmanmasına dolayısıyla da yaşam hakkı ihlallerinde kaygı verici bir artışa yol açmıştır.
- TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre 1 Ocak - 30 Kasım 2012 tarihleri arasında çıkan çatışmalarda, 164 asker, 542 militan, 16 sivil, 28 polis, 21 geçici köy korucusu olmak üzere toplam771kişi yaşamını yitirmiş, 376 asker, 20 militan, 124 sivil, 85 polis, 37 geçici köy korucusu olmak üzere toplam642kişi yaralanmıştır. Ölümlerin 627'si ve yaralanmaların 507'si çatışmaların hız kazandığı Haziran - Kasım 2012 arasında yaşanmıştır.
- Kara mayınlarının patlaması sonucu 14 kişi yaşamını yitirirken 34 kişi de yaralanmıştır.
- Meskûn mahalde patlatılan bombalar sonucunda 14 kişi yaşamını yitirmiş, 15'i güvenlik görevlisi, 91'i sivil olmak üzere toplam 106 kişi yaralanmıştır.
- Anadil hakkının kullanımını, Kürt dilinin kullanımını yasal güvenceye alan yaşamsal değişiklikler yapılmamıştır, konu hala siyasetin malzemesi olarak kullanılmaktadır. Özellikle mahkemelerde savunma hakkının kısıtlanmasına yol aç anadilde savunma sorununun çözümü 2013 yılına kalmıştır.
- Kürt sorununun farklı boyutlarını siyasetin ve kamuoyunun gündemine taşıyanlar üzerindeki KCK operasyonlarıyla yürütülen siyasi, hukuki ve idari baskı devam etmekte, uzun tutukluluk süreleri göze çarpmaktadır. TİHV verilerine göre, 2012 yılının ilk 11 ayında bu kapsamda 2194 kişi gözaltına alınırken 912 kişi tutuklanmıştır. Bu sayılar geçen yıl 2047 gözaltı, 836 tutuklama şeklinde olmuştu.
- Olağanüstü hal kaldırılmış olmasına rağmen koruculuk sisteminin fiilen sürüyor olması nedeniyle çatışmalı dönemde topraklarını terk etmek zorunda kalanların, köylerine geri dönüşleri, çalışma ve barınmaları için uygun koşullar hala yaratılamamıştır.
DÜŞÜNCE ve İFADE ÖZGÜRLÜGÜ
2012 yılı düşünce ve ifade özgürlüğü alanında meydana gelen ihlaller, düşünce ve ifade özgürlüğünün basın, örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma özgürlükleri ile yakından ilişkili olduğunu ve birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
- 2012 yılı içinde de düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik kısıtlama ve yasaklamalar devam etmiştir. Bu çerçevede gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu vb. çok sayıda kişiye davalar açılmış, dergi ve kitaplar toplatılmış, gazeteler, dernekler kapatılmıştır. 2012 yılı Kasım ayı sonuna dek cezaevlerindeki gazeteci sayısı 75'dir.
- 301. madde her ne kadar 2008 yılında kaldırılmış olsa da mevcut hukuk mevzuatında özgürlükler önünde tehdit yaratan ve birbiri yerine kullanılabilecek en az 13 madde daha (84, 125, 132, 134, 215, 216, 218, 285, 286, 288, 299, 305, 318. maddeler) bulunmaktadır.
- Bunlar dışında birçok yasada da ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikte hükümler vardır. Ancak, Terörle Mücadele Yasası üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu yasa sadece düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü açısından değil, aynı zamanda çocuk hakları, sanık hakları vb. birçok yönden de ciddi ihlallere kaynaklık etmektedir.
- 2012 yılında ilk 11 ayında yukarıda belirtilen yasa maddelerine dayanılarak 301 kişi hakkında toplam 908 yıl 2 ay 8 gün hapis cezası verilmiştir. 1088 kişinin ise yıl içinde yargılanması devam etmiştir. 5 kişiye toplam 43.780 TL para cezası verilmiş olup 50 kişinin yargılanması ise 3. Yargı Paketi uyarınca ertelenmiştir.
- Aynı dönem içersinde yayını durdurulan gazete ve dergi sayısı 17'dir. Ayrıca 564 adet yayına (kitap, takvim, afiş, broşür, poster) el konmuştur.
- 2012 yılında dikkat çeken bir yan da yaygın olarak kullanılan internet siteleri ve yazışmaların denetlenmesi, sınırlanması ve yasaklanması olmuştur. 30 Kasım 2011 tarihi itibariyle erişime engellenen web sitesi ise sayısı 22.536'dır.
ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ
- Başta İnsan Hakları Derneği yöneticileri olmak üzere insan hakları ve barış savunucuları üzerindeki baskılar artmış, çok sayıda kişi tutuklanmış ve yargılamaya tabi tutulmuştur.
- Halen 15 İHD yöneticisi ve üyesi tutuklu durumdadır.
TOPLANTI ve GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ
- 2012 yılı, toplantı ve gösteri özgürlüğü açısından da ihlallerin ve kısıtlamaların yaşandığı bir dönem olmuştur. Kolluk güçlerinin, barışçıl gösterilerde orantısız güç ve şiddet kullanması, cop, dayak, basınçlı su, biber gazı gibi uygulamaları önceki yıllara oranla artış göstermiş işkence adeta sokağa taşmıştır.
- 30 Kasım 2012 tarihine kadar kolluk güçlerinin toplantı ve gösterilere yönelik müdahaleleri sonucu 4 kişi yaşamını yitirmiş, 555 kişi yaralanmıştır. Ölümlerin tamamı "göz yaşartıcı gazlar" olarak bilinen "kimyasal ajanlardan türetilmiş silah" kullanımı sonucu gerçekleşmiştir.
- Yine aynı dönemde toplantı ve gösterilere müdahaleler sonucu 6.529 kişi gözaltına alınmış, 1.831 kişi tutuklanmıştır.
CEZAEVLERİ
2012 yılında da cezaevleri, insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerler olma özelliğini sürdürmüştür.
- 31 Mayıs 2012 itibariyle 35.432'si tutuklu 89.668'i hükümlü olmak üzere toplam 125.100 kişi cezaevlerinde bulunmaktadır. Her ne kadar 5 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 3. Yargı Paketi'nden sonra bu sayılarda bir azalma olduysa da o tarihten bu yana tutuklu ve hükümlü sayısının yine eski seviyesine ulaştığını düşünmekteyiz.
- Bunların 1.688'i çocuk tutuklu, 403'ü çocuk hükümlüdür.
- 2012 yılının ilk 11 ayında cezaevlerinde, Şanlıurfa E Tipi Kapalı Cezaevi'nde çıkan yangın sonucu ölen 13 kişide dahil olmak üzere toplam 60 tutuklu ya da hükümlü intihar, işkence ve kötü muamele, kaza, ihmal, hastalık, mahkûmlar arası kavga vb nedenlerle yaşamını yitirmiştir.
- Cezaevlerinde sağlık hakkı alanında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin tıbbî yardıma ulaşma konusunda önemli engellerle karşılaştığı ve gerekli tıbbî personelle, araç-gerecin cezaevlerinde bulunmadığı gözlemlenmektedir. İHD verilerine göre 2012 yılında ağır hastalıkları olan 210 tutuklu/hükümlü cezaevlerinde tedavi edilmeyi beklemektedir.
- 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan tecrit ve tretmana dayalı ceza infaz sistemi, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü tehdit etmeye devam etmektedir. Bir ve üç kişilik oda sisteminde tutukluların ve hükümlülerin birbirleriyle sosyal ilişki kurması engellenmektedir. Bu durum onların ruh sağlığı üzerinde ağır hasarlara yol açmaktadır. Bu ağır izolasyon koşullarını yumuşatmak için Adalet Bakanlığı'nın 10 tutuklu ve hükümlünün haftada 10 saat bir araya gelerek sosyalleşmesini öngören 22 Ocak 2007 tarihli genelgesi (45/1) yürürlükte olmakla birlikte halen etkin ve sorunsuz biçimde uygulanmamaktadır.
- Yine 2000 yılında Adalet Bakanlığı tarafından vaat edilen, cezaevlerinin şeffaflaşmasını sağlayacak olan cezaevlerinin bağımsız, demokratik ve mesleki kurum temsilcilerinden oluşan kurullarca sivil denetime açılması yönünde bir gelişme de yoktur.
- 870 Kürt siyasi tutuklu ve hükümlü tarafından yapılan ve 67 gün süren açlık grevleri sırasında yetkililerin yaşam hakkını koruma yükümlülüklerini yerine getirmekte gösterdiği isteksizlik ve duyarsızlık kaygı verici olmuştur.
EKONOMİ VE ÇALIŞMA YAŞAMI
Küresel sermaye ile girilen ilişkiler ve dünya çapında yaşanan mali/ekonomik kriz 2012 yılında da çalışma hayatında emekçilerin haklarını ortadan kaldıran saldırılarla devam etmiştir. Krizin faturası emekçilere kesilirken emek maliyetlerini daha da aşağı çekmek için esnek ve güvencesiz çalışma, temel çalışma biçimi haline getirilmektedir. Neo-liberal politikalar sonucu emekçilere esnek üretim ve performans gibi uygulamalarla acımasız çalışma koşulları dayatılmaktadır. Esnek çalışma modeli ile birlikte getirilen "bireysel sözleşme" modeli de modern köleliğin aldığı son biçimdir.
- İşyerlerinde sağlık ve iş güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi nedeniyle her geçen gün artan iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucunda işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden alınmaktadır. Türkiye ölümlü iş kazalarında dünya sıralamalarında ön sıralarda yer almaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün 82 ülkeden gelen verilere göre derlediği istatistiklere göre Türkiye'de sigortalı işçi başına iş kazalarında yaşamını yitiren işçi oranı yüz binde 15,3 tür. Türkiye, bu oranla sadece El Salvador ve Cezayir'i geride bırakmaktadır. Avrupa Birliği istatistiklerine göre de bu oran yüz binde 2,5 iken ABD'de yüz binde 2,6'dır.
- İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin raporuna göre 2012 yılının ilk 11 ayında tüm iş alanlarında iş kazaları/cinayetleri sonucu en az 802işçi yaşamını yitirdi.
ÇEVRE HAKKI
- Pek çok uluslararası sözleşme ve ulusal hukuk metinlerinde ve Anayasamızda sağlıklı çevrede yaşama hakkı kabul edilmiş olmasına karşın maalesef ülkemizde insanlar; özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşayamıyor. Türkiye, küresel iklim değişikliğinin artmasına yol açan karbon gazı salınımında dünya ülkeleri arasında 23. sırada yer almaktadır. AKP Hükümeti küresel ısınmayı denetlemeye yönelik BM Kyoto İklim Koruma Sözleşmesi'ni çok tartışılır olmasına rağmen imzalamayı kararlaştırmış ancak bunu dahi henüz imzalamamıştır.
- Ekonomik büyüme, kar ve rant hırsıyla siyanür liçi ile altın arama, doğanın kılcal damarları işlevi gören derelere HES'lerin yapımı, kültürel, tarihsel ve doğal mirası yok eden büyük baraj inşaatları, uluslar arası tekellere parsellenen su kaynakları, şehrimizi de tehdit eden termik santraller ve nükleer santral sevdası ile yaşam alanlarımıza saldırılmakta ve yaşam hakkımız ihlal edilmektedir.
- Bu tür ihlallerin en son örneği şehrimiz İzmir'de yaşanmaktadır. Gaziemir'de daha önce kurşunüretimi yapan şimdi atıl durumda olan bir fabrikanın toprağa gömdüğü atıklardan sızan radyasyon sadece çevrede oturanları değil tüm İzmir halkını tehdit etmektedir.
CİNSİYET VE CİNSEL YÖNELİM AYRIMCILIĞI
Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülke olma özelliğini korumaktadır. Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışı ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir. Bir yandan kadınların toplumsal ve aile içindeki konumunda hızlı bir dönüşüm yaşanırken diğer yandan kadınların daha etkin, daha özgür bir kimlik edinme yönündeki çabaları şiddet veya linç uygulamalarıyla karşılaşabilmektedir.
- Yaşanmakta olan muhafazakarlık, "kadın-erkek eşit olamaz" söylemiyle yeniden beslenen, cesaret kazanan erkek egemen söylem, davranış kalıpları, alışkanlıklar giderek güç kazanmakta, kadın cinayetlerindeki artış kaygı verici boyutlara ulaşmaktadır.
- Bianet'in verilerine göre 2012 yılının ilk 11 ayında toplam 147 kadın öldürülmüş, 123 kadın tecavüze, 208 kadın şiddete, 126 kadın tacize maruz kalmıştır.
- Ayrıca ülkede cinsel kimlikleri, kadın ve erkek olarak mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında LGBT bireyler cinsel tercih ve yönelimleri nedeniyle toplumsal boyutta olduğu kadar herhangi bir sorun nedeniyle kamu otoriteleri ile karşı karşıya kaldıklarında da ayrımcılığa uğramaktadır. Uygulanan şiddet, aşağılama ve dışlamanın yanı sıra kişilerin bedensel bütünlüklerine yönelik olmakta ve pek çok kez yaşam hakkı ihlalleriyle de sonuçlanmaktır. Nefret söylemlerinin hedefi olmaktan kurtulamayan LGBT bireylere karşı sergilenen şiddet içinde güvenlik görevlileri tarafından uygulanan işkence, kötü ve küçük düşürücü muameleler ciddi bir yer tutmaktadır.
- 2012 yılın ilk 11 ayında nefret cinayetleri sonucu en az 5 trans, bir gay birey yaşamını yitirmiştir.
MÜLTECİ VE SIĞINMACILAR
Devletler sadece kendi ülkesinin vatandaşlarının yaşam haklarını korumakla yükümlü değillerdir. Ülkemiz, önemli bir mülteci ve sığınmacı nüfus hareketi için "geçiş ülkesi" durumundadır. Ağır hak ihlallerine uğradıkları için ülkelerini terk eden bu insanlar, yolculukları sırasında insan kaçakçılarının aldatma ve istismarına maruz kalmakta, hatta yaşamlarından olabilmektedirler.
- 2012 Eylül'ünde İzmir'in Menderes ilçesi Ahmetbeyli Köyü sahillerinde çoğunluğu kadın ve çocuk olan 63 mülteci boğularak yaşamını yitirmiştir.
- Ülkelerine geri gönderilmek üzere özgürlüklerinden mahrum bırakılan göçmenlerin tutulduğu alıkonma merkezlerinde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Kötü fiziki koşullara sahip bu merkezlerde sığınmacıların zorunlu ve insani ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Geri gönderme merkezlerinin hukuki statüsünü düzenleyen bir yasa henüz çıkarılmamıştır.
- Türkiye mülteci ve göçmenler için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan, temel ve insanî ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak koşulları iyileştirmekten uzak tutumunu 2012 yılında da devam ettirmiştir.
- Suriye'deki iç savaştan kaçanlar için sınıra yakın yerlerde kurulmuş olan "mülteci kampları" insan hakları örgütlerinin ve bağımsız gözlemcilerin denetimine kapalıdır. Hükümet yetkilileri bu bağımsız kurumların ısrarlı başvurularını her defasında geri çevirerek bu yerleri şeffaf olmayan bir yöntemle yönetmeye devam etmektedir.
ASGARİ TALEPLER
Sergilemeye çalıştığımız bu tablonun kader olmaktan çıkması ve değişmesi için demokratik kurumlar olarak yıllardır dile getirdiğimiz asgari talepleri bir kez daha yinelemek istiyoruz:
- Temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönündeki çalışmalar, uyum süreçlerinin gereği sonucu ve bir "ev ödevi"nin yerine getirilmesi anlayışı ile değil, aksine hak ve özgürlüklerin bu ülke insanının istemi, ihtiyacı ve demokrasinin içselleştirilmesinin gereği olduğu için yapılmalıdır.
- Bu bakımdan temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi esas olmalı; özgürlük-güvenlik ikilemi yaratılarak bu gelişim engellenmemeli; var olan hak ve özgürlüklerden geri adım atılmamalıdır.
- Adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, savunma dokunulmazlığı etkin olarak uygulanmalı, avukat müvekkil arasındaki meslek sırrı ilişkisine saygı gösterilmeli, uzun tutukluluk süreleri düşürülerek, hızlı ve adil bir yargılamanın koşulları oluşturulmalıdır. Adil yargılanma, masumiyet ve lekelenmeme hakkını ortadan kaldıran her türlü uygulama, birey ve dava gözetmeksizin terkedilmelidir. Bu çerçevede, öncelikle Terörle Mücadele Yasası yürürlükten kaldırılmalıdır.
- İşkence iddiaları hakkında derhal ve koşulsuz olarak soruşturma açılmalı; işkence gördüğünü belirten kişinin tetkik ve incelemeleri İstanbul Protokolü çerçevesinde gerçekleşmelidir. Soruşturmalar bizzat C.Savcıları tarafından yürütülmelidir.
- İşkence ve kötü muamele suçu işleyenlerin cezasız kalmasına neden olan yönetsel, yasal, yargısal ya da öteki tüm engeller kaldırılmalı, suçluların derhal ve adil biçimde yargılanması ve cezalandırılması mekanizmaları etkinleştirilmelidir.
- Haklarında işkence ve kötü muamele yapmak nedeniyle soruşturma açılan kamu görevlilerine, soruşturma sonuçlanıncaya dek hemen görevden el çektirilmelidir. İşkence suçu için zamanaşımı kaldırılmalıdır.
- PVSK değiştirilmeli, kolluğun üst arama, kimlik sorma, silah ve zor kullanma yetkileri daraltılarak yasa, bir bütün olarak kişi özgürlüğünü esas alan bir niteliğe büründürülmelidir.
- Gözaltı birimleri ve cezaevleri "bağımsız izleme kurulları"nın denetimine açılmalıdır.
- Yeni kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu etkin bir şekilde işletilmeli, ayrıca işkencenin önlenmesine odaklanmış Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Seçmeli Protokolü'ne (OPCAT) ve Paris İlkeleri'ne uygun bir ulusal mekanizma derhal oluşturulmalıdır.
- Irkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi beyanların ve nefret söyleminin yanı sıra kişi ya da grupların taşıdıkları kimlik, değer, politik görüş, cinsiyetleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle maruz kaldıkları saldırı ve şiddet, insanlık onuruna yönelik suç fiilleri kapsamına alınmalı, ayrımcılık hukukunun uluslararası standartlarını esas alan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
- Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yargı yetkisini tanımalı, bu amaçla Roma Sözleşmesi'ni imzalamalıdır.
- Türkiye, BM Kayıplar Sözleşmesi'ne hiçbir çekince koymadan taraf olmalıdır.
- Örgütlenme ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü engelleyen uygulamalara son verilmeli, buna yol açan tüm yasalar sonuçlarıyla birlikte yürürlükten kaldırılmalıdır.
- İnsan hakları ile ilgili çalışma yapan kişi ve kurumların karşılaştıkları yasal ve idari engeller, kısıtlamalar kaldırılmalıdır.
- Üzerinde çalışılan yeni Anayasa, her türlü ayrımcılığı yasaklayan, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini, çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını, doğal ve kültürel çevre ve varlıkların korunmasını güvence altına alan bir niteliğe sahip olmalıdır.
- Olağanüstü hal uygulamasının fiilen devam eden sonuçları ve kurumları tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Kürt sorununun şiddetsiz ve demokratik yollardan çözümü ve ülkede kalıcı bir barış ikliminin tesisi için herkes sorumluluklarını yerine getirmeli, ekonomik, sosyal, politik her türlü önlem bir an önce alınmalıdır.
- F Tipi Cezaevi ile genelde tecrit uygulamasından vazgeçilmelidir.
- Çocuk ve engellilerin haklarının korunmasına, onların daha güvenli, sağlıklı ve onurlu bir sosyal ortamda gelişmelerine ve yaşam sürdürebilmelerine yönelik idari ve pratik önlemler alınmalı gerekli yasal değişiklikler gerçekleştirilmelidir.
- Çevre ve doğaya zarar verme riski olan yatırımlar için, yöre insanının onayı alınmalı; çevre ve doğa koruma ile ilgili idare mahkemesi kararları uygulanmalı; hiçbir çevresel kaygı taşımayan, yaşam alanlarının kirlenmesine ve yok olmasına yol açan 5177 Sayılı yasa ile değişik Maden Yasası değiştirilmelidir.
- Türkiye, ivedilikle Kyoto Sözleşmesi'ni imzalamalı ve küresel ısınmaya karşı üzerine düşenleri yapmalıdır.
- Çevre kirlenmesine yol açmayacak, ekolojik dengeyi bozmayacak yeni bir yöntem geliştirilip uygulanıncaya kadar siyanür liçi yöntemiyle yapılan altın madenciliğinden vazgeçilmeli, Bergama-Ovacık, Uşak-Eşme Kışladağ altın madeni işletmeleri kapatılmalıdır. Efemçukuru ve Kaz Dağları'ndaki diğer projeler ise iptal edilmelidir. Aliağa Termik Santrali projesi iptal edilmelidir. Bu faaliyetler nedeniyle şu ana kadar çevrede oluşan kirlenmenin temizlenmesi ve bozulan doğanın düzeltilmesi işi, madenci şirketlere yaptırılmalıdır.
- HES'lerin yapımları durdurulmalı, nükleer santral projelerinden vazgeçilmelidir.
- İşçilerin ve diğer çalışanların grevli-toplu sözleşmeli sendikal haklarının önündeki engeller ortadan kaldırılmalı, tüm çalışanlar için iş güvencesi, istihdam olanakları, sosyal güvenlik hakkı ve örgütlenme haklarıyla güvence altına alınmalıdır. Kamu Personel Rejimi kaldırılmalıdır.
Saygılarımızla.10.12.2012
İzmir Barosu İnsan Hakları Hukuku ve Hukuk Araştırmaları Merkezi
İHD İzmir Şubesi
TİHV İzmir Temsilciliği
ÇHD İzmir Şubesi