BASINA VE KAMUOYUNA
İNSAN HAKLARI
DOKUNULAMAZ, DEVREDİLEMEZ ve ERTELENEMEZ BİR BÜTÜNDÜR ve
EVRENSELDİR!
Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 63. yıldönümü.
İkinci Dünya Savaşının hemen ertesinde ve iki büyük savaştan edinilen acı deneyimlerin üzerine, ortak bir değerler istemi oluşturmak amacıyla 1945 yılında, Birleşmiş Milletler'in kuruluşundan 3 yıl sonra Evrensel Bildirge'nin kabulü ve insan haklarının evrenselliği fikri insanlık için büyük bir kazanımdır.
Buna karşın günümüzde, uygarlık değerlerinin çiğnendiği, insan hakları açısından kazanımların gerilediği, insan öğesinin değil, maddi değerlerin ve eşitsizliklerin öne çıkarıldığı bir döneme girilmiştir.
Bir yandan uygulanan neo-liberal politikalar sonucunda derinleşen sosyal eşitsizlik, adaletsizlik ve yoksulluk nedeniyle toplumlar yoğun bir sosyal güvenlik kaygısı yaşamaya terkedilmiş, diğer yandan özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra devletlerin, "terör" tehdidini gerekçe göstererek bir güvenlik "paranoyası" yaratmak suretiyle militarist ve polisiye önlemlerin artırılması dayatılarak otoriter yönetim anlayışının güçlendirilmesi yoluna gidilmiş, istisna hali kurumsallaştırılarak adeta bir küresel olağanüstü hal rejimi oluşturulmuştur.
Belirtilen bu politikaların yarattığı belli başlı sonuçlar şöyle özetlenebilir:
- Uluslararası sermayenin
küreselleşme politikalarının yol açtığı ağır ekonomik kriz tüm
dünyayı etkisi altına
almıştır. Bu nedenle 2011 yılında dünya halkları derinleşen
işsizlik, yoksulluk ve açlıkla birlikte artan yabancı düşmanlığı,
ırkçılık ve nefret söyleminin öne çıktığı hak ihlallerine maruz
kalmıştır.
- 2011 yılında dünyanın hemen her yerinde geniş halk kitleleri, ekonomik krizin sırtlarına yüklenmek istenen ağır faturasına itiraz etmek ve/veya yıllardır baskısı altında yaşadıkları anti-demokratik/gerici rejimlerden kurtulmak için sokaklara çıkarak protestolarda bulunmuştur. Ancak devletlerin/hükümetlerin bu protestolara karşı gösterdiği tahammülsüzlük, özellikle de bölgemizde 'Arap Baharı' olarak adlandırılan gelişmeler sırasında kitle gösterilerine yönelik müdahaleler ve bastırma girişimleri sonucunda başta yaşam hakkı ve işkence olmak üzere ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Bazı ülkelerde sürecin dış müdahaleler sonucunda silahlı çatışma ve iç savaşa dönüşmesi nedeniyle ihlallerin boyutu daha da artmıştır.
- Yaşanan doğal afetlerin ardından yüz binlerce insan kendi kaderleri ile baş başa bırakılmakta, etnik, ulusal ve dinsel farklılıkların kışkırtılmasıyla büyük insan toplulukları, halklar çeşitli saldırılara maruz kalmakta, büyük göç hareketleri gerçekleşmekte, yaşanan eşitsizlik ve ayrımcılıklar insanları umutsuzluğa yöneltmektedir. Birçok Avrupa ülkesinde göçmenlik yasaları, küreselleşme politikalarının mağduru on binlerce insanın sınır dışı edilmesine neden olacak biçimde değiştirilmekte, mülteci kamplarının koşullarını ağırlaştırılmakta, kamplarda temel insan hakları ihlalleri yoğunlaşmaktadır.
- Terörle mücadele gerekçesiyle
başta ABD'de, İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere birçok batı
ülkesinde bir insanlık suçu olan işkenceyi meşrulaştırmaya ve ona
hukuksal dayanak kazandırmaya
yönelik girişimlerde kaygı verici bir artış gözlenmektedir.
- Küresel iklim değişikliği nedeniyle su kaynakları hızla tükenmekte, deniz ve göllerde değişimler yaşanmakta, yaban hayatı ve bio-çeşitlilik yok olmakta, doğal denge bozulmakta, meteorolojik karakterli doğal afetler olağan hale gelmektedir.
2011 yılı ülkemizde de insan hakları açısından ciddi sorunların yaşandığı bir yıl olmuştur. Bu yılın özellikle ikinci yarısında Kürt Sorunu bağlamında tırmanışa geçen şiddet sarmalı ve çatışmalar nedeniyle yaşam hakkı ihlallerinde kaygı verici bir artış yaşanmıştır. Bunun yanı sıra işkence yasağı ihlalleri, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler, özel yetkili mahkemeler, kamuoyunu yakından meşgul eden çeşitli davalardaki adil yargılanma hakkı ihlalleri, keyfi ve uzun süren tutuklamalar, düşünce ve ifade özgürlüğü, tutuklu gazeteciler, cezaevlerinde ölümler, vicdani ret, kadına yönelik şiddet, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar gibi başlıkların 2011 yılında öne çıktığını görüyoruz.
Yılsonuna doğru yaşanan Van depremi ardından yardımların hızlı ve organize biçimde yapılamaması, gerekli önlemlerin hala alınamamış olması nedeniyle başta yaşam hakkı olmak üzere ciddi boyutta barınma, beslenme, sağlık, mülkiyet, iş ve eğitim hakkı ihlallerinin yaşanıyor olması üzüntü ve kaygı vericidir.
İŞKENCE ve KÖTÜ MUAMELE
Hükümetin "sıfır tolerans" söylemine karşın işkence, hala ülkemizdeki insan hakları ihlalleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle kolluk kuvvetlerinin silah ve güç kullanmasına ilişkin kendilerine verilen geniş ve sınırları net olarak çizilmemiş yetkiyi kötüye kullanmaları sonucunda yaşam hakkı ihlalleri yaşandığı gibi işkence niteliğindeki eylemlerde de dramatik bir artış olduğu gözlemlenmiştir.
- Güvenlik güçlerinin gözetim ve denetimi altındaki yerlerde, gözaltı merkezlerinde, askeri kışlalarda işkence halen devam etmektedir. Yanı sıra Polis Vazife ve Salahiyet Yasası'nda (PVSK) 2007 yılında yapılan değişiklik sonucunda işkence ve diğer kötü muamele fiilleri açık alana da yayılmış ve protesto ya da hak taleplerine yönelik her türlü toplantı ve gösteri polisin şiddetle müdahalesine maruz kalmıştır.
- Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) 2011 yılının ilk 11 ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 473 kişi başvurmuştur. Başvuranların 207'si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
- Cezasızlık hala işkence ile
mücadelede en önemli engeldir. Faillere hiç soruşturma açılmaması,
açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan
vakalarda işkence yerine daha az cezayı
gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza
verilmemesi ya da işkence dışında cezalar verilmesi ve cezaların
ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu, işkencenin hem bir
sonucu hem de işkence yapılmasını mümkün kılmanın en temel
araçlarından birisi olarak hala karşımızda durmaktadır.
YAŞAM HAKKI
Her zaman gündemde tutulan güvenlik kaygıları, 2005 yılında Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda (CMK), 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu'nda (TMK) ve 2007 yılında PVSK'da yapılan düzenlemelerde ifadesini buldu. Bunun gözlenebilir sonucu ise son birkaç yılda yaşam hakkı ihlallerindeki ve işkence ve diğer kötü muamele iddialarındaki artıştır. Kolluk güçlerinin güç kullanma yetkilerini genişleten bu değişikler sonrasında yaşam hakkının, işkence ve kötü muamele yasağının, toplantı ve gösteri özgürlüğünün yanı sıra örgütlenme özgürlüğü de her geçen gün daha fazla aşındırılmaya ve ihlal edilmeye devam etmektedir. Böylesi bir ortamda çatışmaların yeniden tırmanması tüm insan hakları kategorilerinde yıkıma varan bir eğilimi de başlatmış durumdadır.
TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre 1 Ocak 2011- 30 Kasım 2011 arasında:
- İşkence, kötü muamele sonucu 4 kişi yaşamını yitirmiştir.
- Cezaevlerinde çeşitli nedenlerle yaşamını yitiren kişi sayısı 35'dir.
- Yargısız infaz, dur ihtarı veya rastgele ateş açma sonucu 19 kişi yaşamını yitirmiştir
- Kim tarafından öldürüldüğü bilinemeyen vatandaş sayısı 9'dur.
- 1 kişi gözaltında kaybolmuştur.
- Kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösterilere müdahalesi sonucu 6 kişi yaşamını yitirmiş, 271 kişi yaralanmıştır.
- Yetkililer sadece bu ülkenin vatandaşlarının yaşam haklarını korumakla yükümlü değillerdir. Ülkemiz, önemli bir mülteci ve sığınmacı nüfus hareketi için "geçiş ülkesi" durumundadır. Ağır hak ihlallerine uğradıkları için ülkelerini terk eden bu insanlar, yolculukları sırasında insan kaçakçılarının aldatma ve istismarına maruz kalmakta, hatta yaşamlarından olabilmektedirler. Türkiye mülteci ve göçmenler için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan, temel ve insanî ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak koşulları iyileştirmekten uzak tutumunu 2011 yılında da devam ettirmiştir.
KÜRT SORUNU
2011 yılında da Kürt sorunu, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi genel sorununun en önemli halkası olmayı sürdürdü. Bu sorun, bugüne kadar terör ve asayiş sorunu olarak nitelendirilmiş ve ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal, hukuksal boyutları ihmal edilmiş; bu sorun ile Türkiye'nin demokratikleşmesi sorunu arasındaki bağ koparılmak istenmiştir. Özellikle 2011 yılında yapılan genel seçimler sonrasında diyalog ve çözüm süreçlerinde yaşanan tıkanma, şiddet ve çatışma ortamının tırmanmasına dolayısıyla da yaşam hakkı ihlallerinde kaygı verici bir artışa yola açmıştır.
- TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin belirlemelerine göre 2011 yılında 101 asker, 163 militan, 21 sivil, 32 polis, 13 geçici köy korucusu olmak üzere toplam 330 kişi yaşamını yitirmiş, 181 asker, 14 militan, 40 sivil, 37 polis, 12 geçici köy korucusu olmak üzere toplam 284 kişi yaralanmıştır. Ölümlerin 273'ü (% 83) ve yaralanmaların 243'ü (% 86,5) çatışmaların hız kazandığı 2 Temmuz 2011 tarihinden bu yana yaşanmıştır.
- Anadil hakkının kullanımını, Kürt dilinin kullanımını yasal güvenceye alan yaşamsal değişiklikler yapılmamıştır, konu hala siyasetin malzemesi olarak kullanılmaktadır. Özellikle son dönemlerde mahkemelerde anadilin kullanımı çerçevesinde yaşanan sorunlar savunma hakkının kısıtlanmasına yol açmaktadır.
- Kürt sorununun farklı boyutlarını
siyasetin ve kamuoyunun gündemine taşıyanlar üzerindeki KCK
operasyonlarıyla yürütülen siyasi, hukuki ve idari baskı devam
etmekte, uzun tutukluluk süreleri göze çarpmaktadır. 14.04.2009 ile
28.11.2011 tarihleri arasında bu kapsamda, TİHV verilerine göre,
toplam 4.195 kişi gözaltına alınırken 1.833 kişi tutuklanmıştır.
Sadece 2011 yılında gerçekleşen gözaltı sayısı 2.313,
tutuklanan kişi sayısı ise 942 olmuştur.
- Olağanüstü hal kaldırılmış olmasına rağmen koruculuk sisteminin fiilen sürüyor olması nedeniyle çatışmalı dönemde topraklarını terk etmek zorunda kalanların, köylerine geri dönüşleri çalışma ve barınmaları için uygun koşullar hala yaratılamamıştır.
- Toplam antipersonel mayın stoku 10 milyonun üzerinde olan BM Mayın Yasağı Sözleşmesi'nin dört Taraf Devleti-Belarus, Yunanistan, Türkiye ve Ukrayna-Sözleşmenin kara mayını stoklarını yok etmek için zorunlu kıldığı dört yıllık süreyi aşmıştır ve halihazırda Sözleşmeyi ihlal eder durumdadırlar. Türkiye bu süre içerisinde stoklarında bulunan mayınların yaklaşık olarak yarısını imha etmesine karşın halen stoklarında 1 milyon 702 bin 982 mayın bulunmaktadır.
- Sınır bölgelerinde halen 30 bin hektar alan üzerinde gömülü kara mayınları can almaya devam etmekte ise de temizlenmelerine yönelik bir çalışma başlamış değildir.
DÜŞÜNCE ve İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
2011 yılı düşünce ve ifade özgürlüğü alanında meydana gelen ihlaller, düşünce ve ifade özgürlüğünün basın, örgütlenme ve toplantı ve gösteri özgürlükleri ile yakından ilişkili olduğunu ve birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
- 2011 yılı içinde de düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik kısıtlama ve yasaklamalar devam etmiştir. Bu çerçevede gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu vb. çok sayıda kişiye davalar açılmış, dergi ve kitaplar toplatılmış, gazeteler, dernekler kapatılmıştır. 2011 yılı Kasım ayı sonuna dek cezaevlerindeki gazeteci sayısı 71'dir.
- 301. madde her ne kadar 2008
yılında kaldırılmış olsa da mevcut hukuk mevzuatında özgürlükler
önünde tehdit yaratan ve birbiri yerine kullanılabilecek en az 13
madde daha (84, 125, 132, 134, 215, 216, 218,
285, 286, 288, 299, 305, 318. maddeler) bulunmaktadır.
- Bunlar dışında birçok yasada da ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikte hükümler vardır. Ancak, Terörle Mücadele Yasası üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu Yasa sadece düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü açısından değil, aynı zamanda çocuk hakları, sanık hakları vb. birçok yönden de ciddi ihlallere kaynaklık etmektedir.
- 2011 yılında yukarıda belirtilen yasa maddelerine dayanılarak 322 kişiye 673 yıl 3 ay 20 gün hapis cezası verilirken, 57 kişi ise 225.196 TL tutarında para cezasına mahkûm edilmiştir. Yayını durdurulan gazete ve dergi sayısı ise 7'dir.
- 2011 yılında dikkat çeken bir yan da yaygın olarak kullanılan internet siteleri ve yazışmaların denetlenmesi, sınırlanması ve yasaklanması olmuştur. 28 Kasım 2011 tarihi itibariyle erişime engellenen internet sitesi sayısı 15.506'dır.
- "26 Haziran İşkenceye Karşı
Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü" dolayısıyla
Diyarbakır'da İHD, Mazlumder, Diyarbakır Barosu, Türkiye İnsan
Hakları Vakfı, Diyarbakır Tabip Odası ve KESK Diyarbakır
Şubeler Platformu ortaklığında, panolara asılmak üzere hazırlanan
ve üzerinde kolluk kuvvetlerinin işkence yapmasıyla ilgili
fotoğrafların yer aldığı afişler "devletin askerî ve emniyet
teşkilatını alenen aşağılandığı" gerekçesiyle TCK'nun 301. maddesi
uyarınca toplatılmıştır.
ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ
- Başta İnsan Hakları Derneği yöneticileri olmak üzere insan hakları ve barış savunucuları üzerindeki baskılar artmış, çok sayıda kişi tutuklanmış ve yargılamaya tabi tutulmuştur.
- Halihazırda 14 İHD yöneticisi tutuklu durumdadır.
TOPLANTI ve GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ
- 2011 yılı, toplantı ve gösteri özgürlüğü açısından da ihlallerin ve kısıtlamaların yaşandığı bir dönem olmuştur. Kolluk güçlerinin, barışçıl gösterilerde orantısız güç ve şiddet kullanması ve cop, dayak, biber-gazı gibi uygulamaları önceki yıllarda olduğu gibi devam etmiştir.
- 28 Kasım 2011 tarihine kadar
kolluk güçlerinin müdahale ettiği toplantı ve gösterilerde 6 kişi
yaşamını yitirmiş, 271 kişi yaralanmıştır. Ölüm olaylarının tamamı
biber gazından ya da gaz bombası kanülünün
isabet etmesi sonucu gerçekleşmiştir.
- Ayrıca bu tür müdahaleler sırasında 2.604 kişi gözaltına alınmış, 418 kişi tutuklanmıştır.
ADİL YARGILANMA HAKKI
2011 yılında öne çıkan hak ihlalinde biri de adil yargılanma hakkı ihlali olmuştur. 'Özel yetkili ve görevli ağır ceza mahkemeleri'nin hukuka aykırı uygulamaları artarak devam etmiştir. Eski DGM'lerin devamı olan bu mahkemelerin kapatılması gerektiği açıktır. Mahkemelerce, yasada sayılan nedenlerin tekrarından ibaret, somutlaştırılmamış, bireyselleştirilmemiş genel ve soyut tutuklama gerekçeleriyle verilen tutuklama kararları, gizli tanıklıkla ilgili uygulamalar, telefon dinleme ve teknik takip uygulamaları ve adli kolluğun bulunmayışı adil yargılanma hakkı önündeki önemli engeller olarak sıralanabilir.
İzmir Barosu tarafından İzmir'de bulunan iki özel yetkili mahkeme dosyaları arasından tesadüfî olarak seçilen 133 dosyanın incelenmesi sonucunda elde edilen veriler özel yetkili mahkemelerde adil yargılama hakkının ihlaline ilişkin önemli bilgiler vermektedir. 2004 ila 2011 yıllarında açılmış davalarda;
- 133 dosyanın 112'sinde tutuklama tedbirine başvurulduğu, tutuklama kararı verilen dosyaların, tüm dosyaların %84;21'ni oluşturduğu,
- Verilen tutuklama kararlarının yalnızca 2'sinde gerekçe olduğu, gerekçesiz tutuklama kararlarının sayısının 110, oranının ise % 82,71 olduğu görülmektedir.
- İncelenen dosyalarda 38 sanığın 1 yıldan az, 37 kişinin 1 yıl ila 2 yıl arası, 8 kişinin 2 ila 3 yıl arası, 7 kişinin 3 ila 4 yıl arası, 12 kişinin 4 ila 5 yıl arası ve 10 kişinin beş yıldan uzun süredir tutuklu kaldığı tespit edilmiştir. Bazı dosyalarda yargılama devam ettiğinden bu sürelerin uzaması riski bulunmaktadır.
- Yine tutukluluğun sonlandırıldığı
67 dosya incelendiğinde, tahliye kararlarının 4'ünün soruşturma
aşamasında, 1'inin tensiple (dava açıldığı sırada) 62'sinin ise
yargılama aşamasında verildiği
görülmektedir.Bir tedbir olan ve kişi özgürlüğünü kısıtladığı için
istisnai olarak uygulanması gereken tutuklamanın genel bir uygulama
olduğu, geçicilik özelliğine rağmen uzun süreli uygulandığını ve
"peşin cezalandırma aracı" haline geldiğini geldiği görülmektedir.
Yine aynı araştırmada;
- 133 dosyanın 50'sinde savcılar
tarafından soruşturma evraklarının şüpheliler ve avukatlarınca
incelenmesinin kısıtlanması yönünde hâkime talepte bulunulduğu ve
bu taleplerin 49'unun kabul edildiği
görülmektedir. Kısıtlama kararlarının yalnızca 2'si itiraz üzerine
kaldırılmış, kısıtlama kararları 47 dosyada iddianamenin kabulü
üzerine yani yasa gereği ortadan kalkmıştır.
- Başka bir husus da savunma hakkını ve adil yargılama ilkesinin özünü zedeleyen dosya inceleme gizliliğine giderek artan oranlarda başvurulmasıdır. 2009 yılına kadar kısıtlama kararı verilen dosyaların oranı ortalama % 25-30 civarında iken; 2009 yılında bu oran % 45,45, 2010 yılında %65,22 ve 2011 yılında ise %77,78'e ulaşmıştır.
- Terörle Mücadele Yasası
kapsamındaki suçlarda, şüphelilerin avukatlarıyla görüşmesinin 24
saat kısıtlanmasına ilişkin kararların sayısı 21'dir. İncelenen
dosyalar içerisinde TMY kapsamına giren
dosya sayısı ise 70'dir. Avukatla görüşme hakkının
sınırlandırılmasına ilişkin oran ise % 30'dur.
Adil yargılama hakkı üzerindeki bu kısıtlama ve engeller artarak devam ederken, bu kez Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri yaşanmamış bir saldırı avukatlara yönelmiştir.
- Eylül 1990 tarihinde BM Havana Kongresinde kabul edilen Avukatların Rolüne İlişkin Temel İlkeler'e(Havana Kuralları) göre, hükümetler, avukatların tüm mesleki faaliyetlerini korkutma, engelleme, yıldırma ya da müdahaleyle karşılaşmaksızın yerine getirmesini temin etmekle yükümlüdürler.
- Yine hükümetler, avukatların
mesleki faaliyetlerini yürütürken soruşturma, soruşturma tehdidi ya
da herhangi bir yaptırıma maruz kalmamasını temin etmek ve
müvekkilleri ile mesleki ilişkiler kapsamındaki
bütün haberleşme ve görüşmelerin gizli olduğunu kabul etmek ve
buna saygı göstermek zorundadırlar.
- Ayrıca Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesinin Avukatlık Mesleğinin Özgürce yapılmasına ilişkin
(2000)21 sayılı tavsiye kararında da avukatların hiçbir etki,
kışkırtma, baskı, tehdit ya da yersiz müdahalelere maruz
kalmaksızın mesleki faaliyetlerini sürdürmeleri, gerek devlet erki
ve gerekse kamu tarafından ayrımcılığa ve haksız müdahalelere tabi
tutulmaksızın mesleki bağımsızlıklarının güvence altına alınması,
korunması ve
saygı gösterilmesine yönelik tüm önlemlerin alınması ve meslek
sırlarına saygı gözetilmesi gerektiğinin altı çizilmiştir.
- Ulusal ve ulusalüstü metinlerde
yer alan düzenlemelere rağmen 2011 yılında Avukatlar hakkında
savunma dokunulmazlığını ihlal eder biçimde birçok dava açılmıştır.
Avukatlara karşı açılan davalar devam ederken
bu kez CMK 250. Maddesi ile görevli Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi
tarafından, Diyarbakır Barosu ve avukatları hakkında soruşturma
tehdidiyle savunmaya yönelik baskı yeni bir boyuta taşınmıştır. Son
olarak, bir örgüt soruşturması kapsamına sokulmak suretiyle 42
avukatın gözaltına alınması ve 36 avukatın tutuklanması ile ihlal
vahim bir boyuta ulaşmıştır.
- Esasen bu soruşturma öncesinde, tutuklanan avukatların müvekkilleri ile yaptıkları tüm görüşmeler meslek sırrına saygı ilkesi açıkça ihlal edilerek devlet tarafından kayıt altına alınmış ve her görüşme nedeniyle avukatlar hakkında soruşturma yapılmış ve davalar açılmıştır. Bu soruşturma ve kovuşturmaların tümünde kendilerine yapılan çağrıya uyarak ifade vermek üzere giden, büroları, evleri bilinen avukatlar bu kez hoyratça ve pervasızca evlerinden bürolarından gözaltına alınarak tutuklanmışlardır.
Tüm bunlar savunmaya yönelik ciddi bir engelleme ve daha da önemlisi avukatlar üzerinden toplumun kalan kısmını sindirme/korkutma çabasıdır.
CEZAEVLERİ
2011 yılında da cezaevleri, insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerler olma özelliğini sürdürmektedir.
- 30 Nisan 2011 tarihi itibarıyla
Türkiye'de mevcut 384 cezaevinde 117.516 Erkek, 4.268 Kadın, 2.290
Çocuk olmak üzere toplam 124.074 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır.
Tutuklu ve hükümlü sayısı bir yıl öncesine
göre 4.962 kişi artmıştır.
- 2011 yılının ilk 11 ayında cezaevinde bulunan 35 tutuklu ya da hükümlü intihar, işkence ve kötü muamele, kaza, ihmal, hastalık, mahkûmlar arası kavga vb nedenlerle yaşamını yitirmiştir.
- Cezaevlerinde bu yıl da özellikle sağlık hakkı alanında ciddi bir sorun yaşanmaktadır. İHD verilerine göre 253 mahpus cezaevlerinde tedavi edilmeyi beklemektedir. Tutuklu ve hükümlülerin tıbbî yardıma ulaşma konusunda da önemli engellerle karşılaştığı ve gerekli tıbbî personelle araç-gerecin cezaevlerinde bulunmadığı gözlemlenmektedir.
- 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan tecrit ve tretmana dayalı ceza infaz sistemi, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü tehdit etmeye devam etmektedir. Bir ve üç kişilik oda sisteminde tutukluların ve hükümlülerin birbirleriyle sosyal ilişki kurması engellenmekte ve böylece onların ruh sağlığı üzerinde ağır hasara neden olunmaktadır. Bu ağır izolasyon koşullarını yumuşatmak için Adalet Bakanlığı'nın 10 tutuklu ve hükümlünün haftada 10 saat bir araya gelerek sosyalleşmesini öngören 22 Ocak 2007 tarihli bir genelge (45/1) yürürlükte olmakla birlikte halen etkin ve sorunsuz biçimde uygulanmamaktadır.
- Yine 2000 yılında Adalet
Bakanlığı tarafından vaat edilen, cezaevlerinin şeffaflaşmasını
sağlayacak olan cezaevlerinin bağımsız, demokratik ve mesleki kurum
temsilcilerinden oluşan kurullarca sivil
denetime açılması yönünde bir gelişme de yoktur.
EKONOMİ ve ÇALIŞMA YAŞAMI
Küresel sermaye ile girilen
ilişkiler ve dünya çapında yaşanan mali/ekonomik kriz 2011 yılında
da çalışma hayatında emekçilerin haklarını ortadan kaldıran
saldırılarla devam etmiştir. Krizin faturası emekçilere kesilirken
emek maliyetlerini daha da aşağı çekmek için esnek çalışma,
güvencesiz çalışma temel çalışma biçimi haline getirilmektedir. Neo
liberal politikalar sonucu emekçilere esnek üretim ve performans
gibi uygulamalarla acımasız çalışma koşulları dayatılmaktadır.
Esnek çalışma modeli ile birlikte getirilen "bireysel sözleşme"
modeli de modern köleliğin aldığı son
biçimdir.
- Türk-İş'in yapmış olduğu
hesaplamada 2011 yılı Ekim ayı itibariyle Türkiye'de açlık sınırı
926 YTL, yoksulluk sınırı ise 3.018 YTL olarak tespit edilmiştir.
Kayıt dışı ve çok düşük ücretlerle çalıştırma her geçen gün
yaygınlaşmakta, emekçilerin insanca yaşama hakları ellerinden
alınmaktadır. Asgari ücretin ve SGK'ya bağlı kurumlardan alınan en
düşük emekli aylığının yoksulluk sınırının altında belirlenmesi
emekçileri ve emeklileri
adeta sürünmeye zorlanmaktadır. İşçilerin geçimini sağlamaktan
uzak düşük tutarlarda belirlenen asgari ücret, bir de "bölgesel
asgari ücret" uygulaması getirilerek daha da düşürülmeye ve
ayrımcılık, çalışma yaşamında da meşrulaştırılmaya
çalışılmaktadır.
- İlaçta katkı payı gibi yeni uygulamalarla sağlık hizmetlerine çalışanların yaptığı "katkı" arttırılmakta, sağlık hizmetleri giderek özelleştirilerek kamu hizmeti olmaktan çıkarılmaktadır.
- İşyerlerinde sağlık ve iş
güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi
nedeniyle her geçen gün artan iş kazaları ve meslek hastalıkları
sonucunda işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden
alınmaktadır. Türkiye ölümlü iş kazalarında dünya sıralamalarında
ön sıralarda yer almaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün 82
ülkeden gelen verilere göre derlediği istatistiklere göre
Türkiye'de sigortalı işçi başına iş kazalarında yaşamını yitiren
işçi oranı yüz binde 15,3 tür. Türkiye, bu oranla sadece El
Salvador ve Cezayir'i geride bırakmaktadır. Avrupa Birliği
istatistiklerine göre de bu oran yüz binde 2,5 iken ABD'de yüz
binde 2,6'dır.
- Sendika. Org'dan alınan verilere göre 2011 yılının ilk on ayında gerçekleşen iş kazaları sonucunda 449 işçi yaşamını yitirirken 2.587 işçi de yaralanmıştır.
- Sendikalaşmanın önündeki yasal engeller ve işveren baskıları emekçilerin örgütlenme hakkını ortadan kaldırmaktadır. Çalışan çocuk sayısı ve dolayısıyla çocuk emeğinin sömürüsü artmaktadır. Çocuk ve engellilerin haklarının korunmasına, onların daha güvenli, sağlıklı ve onurlu bir sosyal ortamda gelişmelerine ve yaşam sürdürebilmelerine yönelik yasal, idari ve pratik önlem ve değişiklikler hala erçekleştirilememiştir.
ÇEVRE HAKKI
- Pek çok uluslararası sözleşme ve ulusal hukuk metinlerinde ve anayasamızda sağlıklı çevrede yaşama hakkı kabul edilmiş olmasına karşın maalesef ülkemizde insanlar özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşayamıyor. Türkiye, küresel iklim değişikliğinin artmasına yol açan karbon gazı salınımında dünya ülkeleri arasında 23. sırada yer almaktadır. AKP Hükümeti küresel ısınmayı denetlemeye yönelik BM Kyoto İklim Koruma Sözleşmesi çok tartışılır olmasına rağmen imzalamayı kararlaştırmış ancak bunu dahi imzalamamıştır.
- Siyanür liçi yöntemiyle işletilen altın madenleriyle öldürülen Bergama-Ovacık, Uşak-Eşme Kışladağ, Nikel madenine feda edilen Turgutlu Çaldağı, Termik Santral ile boğulmaya çalışılan Aliağa, uluslar arası tekellere parsellenen su kaynakları, bunun yanı sıra sular altına gömülmeye çalışılan Allianoi, Hasankeyf gibi binlerce yıllık, insanlığın kültür mirasları. Kar ve rant hırsıyla yaşam alanlarımıza saldırılmakta veyaşam hakkımız ihlal edilmektedir.
CİNSİYET VE CİNSEL YÖNELİM AYRIMCILIĞI
Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülke olma özelliğini korumaktadır. Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışıyla bakmaları ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir. Bir yandan kadınların toplumsal ve aile içindeki konumunda hızlı bir dönüşüm yaşanırken diğer yandan kadınların daha etkin, daha özgür bir kimlik edinme yönündeki çabaları şiddet veya linç uygulamalarıyla karşılaşabilmektedir.
- 2011 yılında her gün ortalama 3 kadın öldürülmüştür. Yaşanmakta olan muhafazakarlık, "kadın-erkek eşit olamaz" söylemiyle yeniden beslenen, cesaret kazanan erkek egemen söylem, davranış kalıpları, alışkanlıklar giderek güç kazanmakta, kadın cinayetlerindeki artış kaygı verici boyutlara ulaşmaktadır.
- Ayrıca ülkede cinsel kimlikleri, kadın ve erkek olarak mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında farklı cinsel yönelimi olanlar ciddi ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmakta, hak aramaya yönelik örgütlenmeleri engellenmektedir.
ASGARİ TALEPLER
Sergilemeye çalıştığımız bu tablonun kader olmaktan çıkması ve değişmesi için yıllardır dile getirdiğimiz asgari talepleri bir kez daha yinelemek istiyoruz:
- Temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönündeki çalışmalar, uyum süreçlerinin gereği sonucu ve bir "ev ödevi"nin yerine getirilmesi anlayışı ile değil, aksine hak ve özgürlüklerin bu ülke insanının istemi, ihtiyacı ve demokrasinin içselleştirilmesinin gereği olduğu için yapılmalıdır.
- Bu bakımdan temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi esas olmalı; özgürlük-güvenlik ikilemi yaratılarak bu gelişim engellenmemeli; var olan hak ve özgürlüklerden geri adım atılmamalıdır.
- Adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, savunma dokunulmazlığı etkin olarak uygulanmalı, avukat müvekkil arasındaki meslek sırrı ilişkisine saygı gösterilmeli, uzun tutukluluk süreleri düşürülerek, hızlı ve adil bir yargılamanın koşulları oluşturulmalıdır. Adil yargılanma, masumiyet ve lekelenmeme hakkını ortadan kaldıran her türlü uygulama, birey ve dava gözetmeksizin terkedilmelidir. Bu çerçevede, öncelikle Terörle Mücadele Yasası yürürlükten kaldırılmalı ve Eski DGM'lerin devamı olan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kapatılmalıdır.
- İşkence iddiaları hakkında derhal ve koşulsuz olarak soruşturma açılmalı; işkence gördüğünü belirten kişinin tetkik ve incelemeleri İstanbul Protokolü çerçevesinde gerçekleşmelidir. Soruşturmalar bizzat C.Savcıları tarafından yürütülmelidir.
- İşkence ve kötü muamele suçu işleyenlerin cezasız kalmasına neden olan yönetsel, yasal, yargısal ya da öteki tüm engeller kaldırılmalı, suçluların derhal ve adil biçimde yargılanması ve cezalandırılmasının mekanizmaları etkinleştirilmelidir.
- Haklarında işkence ve kötü muamele yapmak nedeniyle soruşturma açılan kamu görevlilerine, soruşturma sonuçlanıncaya dek hemen görevden el çektirilmelidir. İşkence suçu için zamanaşımı kaldırılmalıdır.
- PVSK değiştirilmeli, kolluğun üst arama, kimlik sorma, silah ve zor kullanma yetkileri daraltılarak yasa, bir bütün olarak kişi özgürlüğünü esas alan bir niteliğe büründürülmelidir.
- Gözaltı birimleri ve cezaevleri "bağımsız izleme kurulları"nın denetimine açılmalıdır.
- Bu amaçla, onaylanan işkenceyle mücadelede çok önemli bir dayanak olan Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Seçmeli Protokolü'ne(OPCAT) ve Paris İlkelerine uygun bir ulusal mekanizma derhal oluşturulmalıdır.
- Irkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi beyanların ve nefret söyleminin yanı sıra kişi ya da grupların taşıdıkları kimlik, değer, politik görüş, cinsiyetleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle maruz kaldıkları saldırı ve şiddet insanlık onuruna yönelik suç fiilleri kapsamına alınmalı, ayrımcılık hukukunun uluslararası standartlarını esas alan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
- Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yargı yetkisini tanımalı, bu amaçla Roma Sözleşmesi'ni imzalamalıdır.
- Örgütlenme ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü engelleyen uygulamalara son verilmeli, buna yol açan tüm yasalar sonuçlarıyla birlikte yürürlükten kaldırılmalıdır.
- İnsan hakları ile ilgili çalışma
yapan kişi ve kurumların karşılaştıkları yasal ve idari engeller,
kısıtlamalar
kaldırılmalıdır.
- Yapılacak yeni Anayasa, her türlü
ayrımcılığı yasaklayan, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini,
çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını, doğal ve kültürel çevre
ve varlıkların korunmasını güvence
altına alan bir niteliğe sahip olmalıdır.
- Olağanüstü hal uygulamasının
fiilen devam eden sonuçları ve kurumları tamamen ortadan
kaldırılmalıdır. Kürt sorununun şiddetsiz ve demokratik yollardan
çözümü ve ülkede kalıcı bir barış ikliminin tesisi için herkes
sorumluluklarını yerine getirmeli, ekonomik, sosyal, politik vb.
her türlü önlem bir an önce
alınmalıdır.
- F Tipi Cezaevi ile genelde tecrit uygulamasından vazgeçilmelidir.
- Çocuk ve engellilerin haklarının korunmasına, onların daha güvenli, sağlıklı ve onurlu bir sosyal ortamda gelişmelerine ve yaşam sürdürebilmelerine yönelik idari ve pratik önlemler alınmalı gerekli yasal değişiklikler gerçekleştirilmelidir.
- Çevre ve doğaya zarar verme riski olan yatırımlar için, yöre insanının onayı alınmalı; çevre ve doğa koruma ile ilgili idare mahkemesi kararları uygulanmalı; hiçbir çevresel kaygı taşımayan, yaşam alanlarının kirlenmesine ve yok olmasına yol açan 5177 Sayılı yasa ile değişik Maden Yasası değiştirilmelidir.
- Türkiye, ivedilikle Kyoto Sözleşmesi'ni imzalamalı ve küresel ısınmaya karşı üzerine düşenleri yapmalıdır.
- Çevre kirlenmesine yol açmayacak, ekolojik dengeyi bozmayacak yeni bir yöntem geliştirilip uygulanıncaya kadar siyanür liçi yöntemiyle yapılan altın madenciliğinden vazgeçilmeli, Bergama-Ovacık, Uşak-Eşme Kışladağ altın madeni işletmeleri kapatılmalıdır. Efemçukuru ve Kaz Dağları'ndaki diğer projeler ise iptal edilmelidir. Bu faaliyetler nedeniyle şu ana kadar çevrede oluşan kirlenmenin temizlenmesi ve bozulan doğanın düzeltilmesi işi, madenci şirketlere yaptırılmalıdır.
- İşçilerin ve diğer çalışanların grevli-toplu sözleşmeli sendikal haklarının önündeki engeller ortadan kaldırılmalı, tüm çalışanlar için iş güvencesi, istihdam olanakları, sosyal güvenlik hakkı ve örgütlenme haklarıyla güvence altına alınmalıdır. Kamu Personel Rejimi kaldırılmalıdır.Saygılarımızla.09.12.2011
İzmir Barosu, TİHV İzmir Temsilciliği, İHD İzmir Şubesi, ÇHD İzmir Şubesi
BASIN AÇIKLAMASINI BAROTV'DE İZLEMEK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ