BASINA VE KAMUOYUNA
8 Mart, özgürlük ve eşitlik meşalesini yakan kadınların geleceğimize tuttuğu ışıktır! Kadınların insan hakları, eşitlik ve özgürlük taleplerinin simgesidir. Bu uğurda mücadele etmiş ve mücadele eden herkesi saygıyla anıyoruz, selamlıyoruz.
Ne yazık ki, uğruna ağır bedeller ödenerek kazanılmış haklarımızın dahi, kadına yönelik her türlü ayrımcılıkla mücadele etmesi gereken siyasal iktidar tarafından tartışıldığı günlerden geçiyoruz.
Siyasal İktidarın temsilcileri, her sözlerinde kadının cinsel kimliği üzerine fütursuzca beyanlarda bulunuyor, cinsel bütünlüğüne saldırı mahiyetine gelebilecek, kadının çalışma hayatından, sosyal hayattan izolasyonuna yol açacak ayrımcı ve çirkin söylemlerle, hem şiddet uyguluyor hem de şiddet uygulayanlara yol açıyor.
İçinden geçtiğimiz dönemde, bunca zamandır anlatmaya çalıştığımız ve karşı koyduğumuz ataerkil kapitalist toplum düzeninin açığa çıkan tüm yıkıcı özelliklerine tanıklık ediyoruz.
2013 yılında öldürülen kadınların %32'si boşanmak istedikleri için öldürüldüler. Tamamına yakını babalarının, kardeşlerinin, eşlerinin, eski eşlerinin ya da sevgililerinin ellerinde can verdiler. Sebep ise bu erkeklerin otoritelerine koşulsuz itaat etmemeleriydi.
Son dönem yaşanan olaylara bakıldığında Siyasal iktidarın ve bu iktidarla şekillenen ve görev yapan kurumların ve kişilerin tavırları size benzer gelmedi mi ?
Türkiye'de, bütün barışcıl direnişler karşısında hınçla güç kullananların davranışlarına bakalım! Gezi Parkı'ndaki ağaçları korumak için başlatılan, sonrasında devletin biber gazıyla, jopuyla, mermisiyle ve nefret dolu sözleriyle tırmandırılan, 6 gencimizin ölümüne, sayısız insanımızın yaralanmasına sebep olanların pervasız, hınç dolu, tavır ve söylemlerin sahiplerine;
Yeterince muhafazakar olmadığı, barışçıl demokratik protesto gösterilerine katıldığı, mesai saatleri dışında tayt giydiği gibi bahanelerle ataması yapılmayan, stajyer hakim Didem YAYLALI 'yı intihara sürükleyenlerin pişkin açıklamalarına;
Karakolda işkence gören oğlu intihar eden, tüm hukuksal hak arama taleplerine rağmen sonuç alamayan, mücadele gücü kalmayıp hayatına son veren Hatice CAN'ın ölümü karşısında eylemsiz kalanların;
Atatürk Orman Çiftliğine yapılan Başbakanlık Binası inşaatına mahkemelerce verilen yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen, mahkeme kararlarını ve hukukun üstünlüğünü hiçe sayıp "Güçleri yetiyorsa yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım" diyenlerin sözlerine bakalım!
Muhalifleri, itaat etmeyenleri, farklı olanları, itiraz edenleri, bu zulümden bıkanları, başka bir dünya yaratma arzusu duyanları tehdit eden, her türlü baskı aracı ile tahakküm altına almaya çalışan, şiddet uygulayan, tutuklayan,yargılayan,ceza veren ve öldüren bir devlet düzeninin ve bu düzenin temsilcilerinin;
Kendisinin koyduğu kurallara uymadığı için hergün eşine ve çocuklarına zulmeden,onları yaralayan ve hatta öldüren erkeklerden bir farkı var mıdır?
Ataerkil toplum düzeni her yanımıza sinmiştir. İktidarı ele geçirenler, kendi kurallarıyla iktidarını ilanihaye sürdürmek için her türlü zora ve zulme başvurmaktadırlar.
Prof . Dr. Sevda ALANKUŞ hocamızın dediği gibi ;
"aile"yi korumayı, nüfusu artırmayı, doğum kontrolünü ve kürtajı zorlaştırmayı, erken evlilikleri özendirmeyi vs. vs. öncelikli politikaları haline getirmiş; Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı'nın adını Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Devlet Bakanlığı olarak değiştirmiş bir iktidarın ülkesinde, sorunun bizzat öncelikle çekirdek, sonra da geniş aile içinde olduğunu gösteriyor ve bizi erkeğin egemenliğini -o ya da bu şekilde- tehdit altında görmesi gibi bir "gerçek" ile yüzleştiriyor.
Aslında uzak ve yakın geçmişi bir şiddet sarmalı ile örülü, şiddetin sorumlularının hesap vermediği, ya da sadece karşı-şiddet ile hesap vermeye zorlanabildiği, "gücü gücüne" yetenin şiddet kullanımının normalleştirildiği, okuldan, sokağa ve askerlik kurumuna kadar meşru bir şiddet kültürü içinde erkekliği kurulan ve sınanan erkeklerin ülkesinde, ailenin kadına yönelik erkek şiddetinin her türlüsünün mahali olarak karşımıza çıkması ne yeni ne de şaşırtıcıdır"
Şimdi haykırıyoruz. Kadına yönelik şiddetin arkasında -hep kendisini tehlikede hisseden devletimizde olduğu gibi - bir "erkeklik sorunu" vardır. Mutlak iktidar ve tahakkümü arzu eden bu hastalıklı erkeklik kurgusu ve algısı toplumun içinden silinmedikçe eşit,adil,özgür bir dünya yaratılamayacaktır.
Özellikle mikro düzeyde şiddet uygulayan erkek faillerin kim olduğunu anlamamızı ve erkeklerle beraber bu sistemin üretilmesine sebep olan kadınların kendileriyle yüzleş(tiril)melerini sağlayacak çalışmalar yapamazsak , kadına yönelik şiddetle mücadeleyi , sadece mağdur kadınların mağduriyetinin tazmini dışında ideolojik ve sosyo politik olarak ataerkil toplum düzeni ile mücadelede aramazsak bu şiddet sarmalına asla son veremeyeceğiz.
Demokrasiden, özgürlükten ,eşitlikten yana tavır almayan, kendisiyle yüzleşemeyen her birey, bu sistemin bu hale gelmesinden sorumludur.
İzmir Barosu olarak kadına yönelik şiddetle hukuksal mücadeleyi sürdürüyoruz ve sürdüreceğiz. Kendisini İzmir Adliyesine getirebilen yada "4 000 004" numaralı telefonu arayan şiddete uğramış ya da uğrama tehlikesi olan herkese hizmet veriyoruz ve vermeye devam edeceğiz.
Ancak tekrar söylüyoruz ki münferit sayılan şiddet vakalarının, ataerkil toplum düzeninin mikro bir görüntüsü olduğunun farkındayız. Kadına yönelik şiddetle mücadele etmenin bu sakil, eşitsiz, totaliter düzenle mücadele etmekten de geçtiğini biliyoruz! Herkesi şapkasını önüne koyup düşünmeye , yüzleşmeye , harekete geçmeye ve mücadeleye davet ediyoruz.
Dünya da hiç bir kazanım öznesinden bağımsız olmamış, altın tepsilerde sunulmamıştır. Tüm kadınları mücadeleye , örgütlenmeye , kadınların örgütlü dayanışmasının, bütün kadınları kapsayacak ve yalnız bırakmayacak şekilde daha da güçlendirmeye çağırır;
Başta meslektaşlarımız olmak üzere tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar gününü kutlarız.
İzmir Barosu Kadın Hakları
Danışma ve Hukuk Araştırmaları Merkezi adına
Merkez Sorumlu Y.K. Üyesi
Av.Ayşegül ALTINBAŞ