İzmir Barosu: Ana Sayfa
İzmir Barosu: Ana Sayfa
Basın Açıklaması
26 Haziran 2014 - 00:00:00
26 Haziran Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü basın açıklaması
 

basin_26.06.jpg

 

26 Haziran Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü ile ilgili olarak, İzmir Barosu İnsan Hakları Merkezi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği, Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi ve İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi ortak bir basın açıklaması düzenlemiş ve basın açıklaması metni İzmir Barosu yönetim kurulu üyesi Av.Anıl Güler tarafından kamuoyu ile paylaşılmıştır.

 

Basına ve Kamuoyuna

 

Bugün 26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü.

 

Birleşmiş Milletler uzun yıllar süren hazırlık çalışmaları ve tartışmalar sonucunda 1984 yılında"İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme"yi kabul etmiştir. Sözleşme, yeterli sayıda devlet tarafından imzalanmasından sonra 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Bu tarihten on yıl sonra 1997 yılında BM Genel Kurulu, sözleşmenin taşıdığı önem nedeniyle 26 Haziran'ı işkence görenlerle dayanışma günü olarak ilan etmiştir.

 

Sözleşme, işkenceyi mutlak olarak yasaklar. Bu yasak uluslararası hukukta bir"emredici kural"dır, bu nedenle de hiçbir istisnası olamaz, taraf devletler tarafından hiçbir çekince konulamaz. Bu kural, Türkiye'nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi tarafından 11 Temmuz 2002 tarihinde kabul edilen, "İnsan Hakları ve Terörle Mücadele Rehberi"nin IV. maddesinde şöyle kayda geçmiştir:

 

"İşkence veya insanlık dışı, aşağılayıcı muamele ya da ceza,her koşuldave özellikle de gözaltında, sorgulama sırasında ve kişinin terör eylemleri ile suçlanması ya da bu suçtan ceza almış olması durumunda dahi, mahkûmiyet kararına neden olansuçun doğası ne olursa olsun mutlak olarak yasaktır."

 

İşkence ve kötü muameleye tabi tutulmama hakkı, tüm insanlığın, dolayısıyla uluslararası toplumun ortak hakkıdır.Çünkü bu hak, bir yandan kişinin onurunu, ruh ve vücut bütünlüğünü koruduğu için tek tek bireylerin, ama aynı zamanda insanlığın ortak değeri olarak tüm insanlığın onurunu korumaktadır.

 

Fakat ne yazık ki, işkence günümüzde, dünyanın pek çok ülkesinde, devletler tarafından insanlık dışı bir cezalandırma, yıldırma/sindirme aracı olarak kullanılmaktadır.

 

Bu bakımdan işkencenin önlenmesi yönünde sürdürülen çalışmaların yanı sıra işkence görenlere destek olmak, onların fiziksel ve ruhsal olarak tedavi ve rehabilitasyonlarına yardımcı olmak da ayrıca önemli hale gelmiştir. Özellikle,  "İşkenceye Karşı Sözleşme"nin yürürlüğe girmesinden sonra, işkence görenlere yönelik tedavi ve rehabilitasyon çalışmaları ivme ve yaygınlık kazanmıştır. Bugün dünyanın hemen her yerinde işkence görenlere yardım eli uzatan 200'den fazla tedavi merkezi bulunmaktadır.

 

Uluslararası insan hakları örgütlerinin hazırladığı raporlar, işkencenin sadece askeri diktatörlüklerde ve otoriter rejimlerde değil, demokratik olma iddiasındaki ülkelerde de uygulandığını ortaya koymaktadır. Özellikle, 11 Eylül 2001 sonrası yaşanan süreçte "teröre karşı güvenliği sağlama" gerekçesiyle işkenceyi meşrulaştıran ve işkencecileri koruyan tutum ve politikalar olağan hale getirilmiştir. İşkenceyi meşrulaştırmaya yönelik bu çabaların bir sonucu olarak, ulusal ve uluslararası pek çok araştırmanın/çalışmanın da gösterdiği gibi, işkencenin toplumların zihniyet dünyasında "teröre karşı mücadele" gerekçesi ile kabul edilebilir hale gelmesi, özelliklede savaş, işgal ve iç çatışmalar sırasında tarafların birbirini sindirmek ve/veya yok etmek amacıyla ilk başvurdukları araç olması, bu bağlamda komşumuz Suriye'de sürmekte olan iç savaş koşullarında işkencenin kitlesel bir boyut kazanması kaygı vericidir.

 

Türkiye İşkenceye Karşı Sözleşme'yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa'da ve Ceza Kanunu'nda işkenceyi yasaklamıştır. Buna rağmen işkence,hâlâ kamu görevlileri tarafından sistematik bir uygulama olarak varlığını sürdürüyor. 

 

Ancak, son yılların ayırt edici özelliği fiziksel işkence yöntemlerine daha çok sokakta, polis araçlarında, toplantı ve gösterilere müdahale sırasında yani "resmi gözaltı" yerleri dışında başvurulmasıdır. Özellikle güvenlik güçlerinin toplantı ve gösterilere biber gazı, basınçlı su ve plastik mermi kullanarak vahşice müdahalesi, yakalama ve gözaltı işlemleri sırasında başvurdukları linç düzeyinde kaba dayak uygulamaları işkence kavramına yeni bir boyut kazandırmıştır. 

 

Bununla birlikte ihtiyaç duyuldukça "resmi gözaltı" yerlerinde de işkence yapılmakta ve daha ziyade ruhsal etkileri olan yöntemler uygulanmaktadır. Kısacası son yıllarda işkence, bilgi alma ihtiyacından çok korku veya gözdağı vermek, cezalandırmak ya da otoriteyi tesis etmek amacıyla uygulanmaktadır. 

 

Son yıllarda tüm ülke sathındatoplantı ve gösterilere yönelik orantısızlığının çok ötesindekayıt dışı velinççi nitelikteki bir polis şiddeti söz konusudur. Polisin bir adli işlem yapma amacı dışında sırf cezalandırmak ve intikam almak amacıylabaşvurduğu bu şiddet,öyle yetkililerin iddia ettiği gibi PVSK kapsamında başvurulan zor kullanma yetkisiyle açıklanamaz. Aksine işkence yasağı ihlalidir.

 

Nitekim, Birleşmiş Milletler (BM) Kolluk Kuvvetlerinin Davranış Kuralları, BM Kolluk Kuvvetlerinin Güç ve Ateşli Silah Kullanımına İlişkin Temel İlkeler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin Avrupa Polis Etiği Kurallarına dair Üye Devletlere Yönelik (2001)10 Sayılı Tavsiye Kararı gereği kolluğun güç kullanımı yasaya dayalı, zorunlu ve orantılı olmalıdır. Bu standartlara uymayan her türlü güç kullanımı ise işkence yasağı ile ifade ve toplanma özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliğinde değerlendirilmektedir.

 

Son olarak BM Genel Kurulu'nun 14 Şubat 2014 tarihinde aldığı bir kararda (A/REC/68/156) "Genel Kurul, dünyanın tüm bölgelerinde, barışçıl toplanma hakkını ve ifade özgürlüğünü kullanan insanlara yönelikeylemlerin işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye dönüşmesinden son derece kaygı duymaktadır"denilmektedir.

 

Polis şiddetinin bir başka yönü ise toplantı ve gösterilere müdahaleler sırasında son derece kontrolsüz ve yoğun biçimde kimyasal gaz kullanılmasıdır. AİHM, kendisine yapılan pek çok başvuruda "kontrol altındaki kişi ve gruplara" yönelik olarak yaygın uygulanan "göz yaşartıcı gaz" kullanımını AİHS'nin işkence ve diğer kötü muamele yasağını düzenleyen üçüncü maddesinin ihlali olarak değerlendirmiş ve Türkiye'yi mahkûm etmiştir. AİHM, barışçıl nitelikte olmayan ve yasaya uygun olarak düzenlenmeyen gösterilerde dahi polisin müdahalesinin amaçla uygun ve orantılı olması gerektiğini, bu bağlamda gaz kapsülünün göstericileri hedef alarak fırlatılmasının işkence yasağının ihlali olacağını belirmektedir.

 

Buna rağmen Türkiye'de toplumsal olaylara müdahalede sıklıkla başvurulangöz yaşartıcı kimyasalların kullanımına dair herhangi bir yasal düzenleme yoktur.Oysa gazın nasıl kullanılacağı açık ve katı kurallara bağlanmalı, takdir marjı çok dar olmalıdır. Ayrıca güvenlik güçlerine eğitim de verilmemekte, gaz kullanımı tamamen keyfi bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Bugüne kadar gazın keyfi kullanımı nedeniyle yaptırım uygulanmış hiçbir kamu görevlisi veya kolluk amiri yoktur.

 

Son dönemlerde öne çıkan bir başka uygulama ise gözaltında ya da cezaevinde zor kullanılarak ve kişinin rızası olmadan "Savcılık talimatı ile" kan ve tükürük örnekleri alınması ile çıplak arama dayatmalarıdır. AİHS'ne,  AİHM içtihatlarına,  tıbbi etik kurallarına ve iç hukuk metinlerine rağmen başvurulan bu tür uygulamalarişkence yasağının açıkça ihlalidir.

 

Yine son dönemlerde cezaevlerinde gerçekleştirilen, bilhassa da çocuk mahpuslara yönelik işkence ve kötü muamele, tecavüz uygulamalarında da belirgin bir artış görülmektedir. Her şeyden önce cezaevlerinin genel koşulları (barınma, havalandırma, hijyen, sağlık, iletişim, vb koşullar) ve cezaevleri kapasitesinin yüzde yüz doluluk oranına yaklaşması nedeniyle ortaya çıkan mekansal sıkışıklık tüm tutuklu ve hükümlüler üzerinde toplu işkence etkisi yaratmaktadır. Bununla birlikte özelikle cezaevine giriş sırasında yapılan çıplak aramalar, süngerli oda uygulamaları ve kamerasız kör bölgelerde gerçekleştirilen şiddet, cezaevlerindeki arama ve denetimlerde, avukat ve aile görüşmesine gidiş ve gelişlerde, hastane sevkleri ya da mahkemelere götürülüp getirilirken uygulanan şiddet ve tabi ki izolasyon cezaevlerinde öne çıkan işkence ve kötü muamele uygulamaları olmaktadır.

 

Keza cezaevlerinde ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin durumu başlı başına bir işkence uygulaması haline gelmiştir.

 

Askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzaktır.

 

Ülkedeki işkence gerçeğine veriler üzerinden baktığımızda görünen tablo kaygıları daha da arttırmaktadır:

 

- 2013 yılında Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezlerine işkence gördüğü gerekçesiyle 869 kişi başvuru yaparken bunlardan 537'si aynı yıl içinde işkence gördüğünü belirtmiştir.2014 yılının ilk beş ayında ise 384 kişi işkence gördüğü gerekçesiyle başvuru yaparken bunlardan 143'ü 2014 yılı içinde işkence gördüğünü belirtmiştir.

- 2014 yılının ilk 5 ayında gözaltında 3 şüpheli ölüm gerçekleşmiştir.

- TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre 2013 yılında gözaltında, cezaevlerinde veya toplantı ve gösteri özgürlüğünün kullanımı esnasında kolluk kuvvetlerinin şiddetine maruz kalan kişi sayısı 5.848'dir.2014 yılının ilk 5 ayı itibariyle bu sayı 1.120'dir.

- İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) verilerine göre ise 2013/2014yıllarında toplam 11.977 kişi işkence ve kötü muamele, onur kırıcı ve küçük düşürücü davranış ve cezalandırmaya maruz kalmıştır.

- Asker Hakları web sitesinin 2012-2013 dönemi raporuna göre söz konusu dönemde siteye şikâyette bulunan toplam 653 asker kişinin yarısı (yaklaşık 326 kişi) dayak, hakaret ve tehdit içerikli işkence ve kötü muamele kapsamında şikâyette bulunmuştur.

 

İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Bu kültürün güçlenmesinde ve yaygınlaşmasında birincil etken siyasal otoritelerin zihniyet ve yaklaşımları, başka bir deyişle cezasızlığın bir devlet politikası olmasıdır.

 

Nitekim bizzat Başbakan, yıllardır bilhassa da Gezi Parkı Protestolarından bu yana daha yüksek sesle ve alenen işkence boyutuna varan polis şiddetini koruyan hatta teşvik eden bir söylem içindedir. Ne yazık ki sadece söylemle yetinmeyen Başbakan, işkence yasağını bizzat çiğneyerek toplum nezdinde işkenceyi meşrulaştıran davranışlar içine dahi girmiştir. Basın yayın organlarında yer aldığı üzere Başbakan, 301 işçinin ölümüne yol açan facia sonrası gittiği Soma'da bir markette kendisini protesto eden bir yurttaşı beraberindeki korumalarla birlikte fiziki güç kullanarak etkisiz hale getirmiştir. Daha da vahimi Başbakanlık Danışmanı Yusuf Yerkel'in dışarıda iki kolluk görevlisi tarafından zor kullanma suretiyle yere yatırılmış bir kişiyi defalarca tekmelemesidir. Danışmanın tüm dünyanın tanıklığında gerçekleşen bu insanlık dışı eylemi, maalesef hükümet yetkilileri tarafından mazur gösterilmeye çalışılmış, hatta savunulmuştur.  

 

Siyasi otoritenin yaklaşımı böyle olunca haliyle işkence yapan kamu görevlilerinin ve işkence iddialarının resen soruşturulmaması, yapılan soruşturmaların etkin ve bağımsız olmaması, işkence yapan kamu görevlilerinin yargılanması için izin sistemine başvurulması, ceza ertelemeleri, savcı ve yargıçların sübjektif ve tarafsızlıktan uzak zihniyet yapıları gibi cezasızlığa yol açan nedenlerin hiç biri konuşulamaz, tartışılamaz hale gelmektedir.

 

İşkence yapan güvenlik görevlileri hakkında bir şikâyette bulunulması, soruşturma ya da dava açılması halinde işkence görenler hakkında derhal "memura hakaret etmek, mukavemet etmek, bu sırada yaralamak, kamu malına zarar vermek" gibi gerekçelerle işkence görenler hakkında karşı davalar açılmaktadır. İşkenceciler aleyhine açılan davalar cezasız kalırken işkence görenler aleyhine açılan davalar kısa sürede ağır cezalar ile sonuçlanabilmektedir. Gezi Parkı Protestoları sırasında polisini gerçekleştirdiği başta yaşam hakkı ve işkence yasağı ihlali olmak üzere ağır insan hakları ihlallerine yönelik açılan davaların hiçbirinde henüz olumlu bir sonuç alınamamıştır. Bu bağlamda savcılıklara yapılan pek çok şikâyet ve suç duyurusunun akıbeti bilinmemektedir.  

 

Hal böyle iken siyasi iktidar tarafından işkenceyi önlemeye yönelik samimi ve kararlı adımların atılması beklenemez. Atılan bazı adımlar da vitrin düzenlemesinden başka bir anlam taşımamaktadır.  Nitekim işkencenin önlenmesinde çok etkin bir enstrüman olan BM İşkenceyi Önleme Sözleşmesinin Seçmeli Ek Protokolü (OPCAT) kapsamında bağımsız bir "Ulusal Önleme Mekanizması" ulusal ve uluslararası düzeyde konuyla ilgili kişi ve kuruluşların tüm itiraz ve eleştirilerine karşın başta Paris İlkeleri olmak üzere evrensel norm ve ilkelere aykırı biçimde üyelerini doğrudan Hükümetin atadığı mali ve idari bağımsızlığı tartışmalı Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun (TİHK) bir alt birimi haline getirilmiştir. Aşırı/orantısız/ölçüsüz güç kullanarak binlerce kişiye işkence ve kötü muamele uygulayan polise emri bizzat kendisinin verdiğini hiç saklamayan bir Başbakan'a doğrudan bağlı bir mekanizmayla işkencenin önlenmesi düşüncesi tümüyle hayaldir.

 

Sonuç olarak, biz aşağıda imzası olan kurumlar olarak, verilerle yansıtmaya çalıştığımız bu gerçekliğin bir kader olmamasını ve insani varoluşumuzun anlamına ters düşen, daha aydınlık bir gelecek için taşıdığımız umutlara gölge düşüren işkence'nin ülkemizden ve dünyadan mutlak olarak silinmesini istiyoruz.

 

Bu hedefe ulaşasıya kadar da, tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, işkence gördüklerini yüksek sesle haykırabilmeleri ve kendilerini güvende hissetmeleri için her koşulda işkence görenlerin yanında olmaya devam edeceğiz.

 

İşkence yasağını ihlal eden tüm faillerin hiyerarşik sorumluk sırasıyla açığa çıkarılmaları, korunmamaları ve cezasız kalmamaları için inatla işkenceyi belgelemeye ve rapor etmeye, yargının koruyucu kalkanına karşı hukuksal araçlarla mücadele etmeye devam edeceğiz.

 

Saygılarımızla, 

 

26 Haziran 2014

 

İzmir Barosu İnsan Hakları Hukuku ve Hukuk Araştırmaları Merkezi

TİHV İzmir Temsilciliği

İHD İzmir Şubesi

ÇHD İzmir Şubesi

 

 

 
İçerik-11
İçerik-10
İçerik-12
İçerik-9
İçerik-13
Baro Levhası BARO LEVHASI
Sicil No:
Adı:
Soyadı:
BaroNet
Anlaşmalı Hastaneler
Av.M.Taner Ünlü Kütüphanesi
BaroTV
OCAS
UYAP
Avukat Spor Oyunları
Baro Kart
E-İmza