İzmir Barosu: Ana Sayfa
İzmir Barosu: Ana Sayfa
Basın Açıklaması
10 Aralık 2013 - 00:00:00
İnsan hakları dokunulamaz, devredilemez ve ertelenemez bir bütündür ve evrenseldir
 

10122013.jpg

 

BASINA VE KAMUOYUNA

    

İNSAN HAKLARI DOKUNULAMAZ, DEVREDİLEMEZ ve ERTELENEMEZ BİR BÜTÜNDÜR ve EVRENSELDİR!

Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 64. yıldönümü.

 

İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ertesinde ve iki büyük savaştan edinilen acı deneyimlerin üzerine, ortak bir değerler sistemi oluşturmak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler'in insan haklarının evrenselliği fikrini temel alan Evrensel Bildirge'yi kabulü, insanlık için büyük bir kazanımdır.

 

Buna karşın günümüzde Evrensel Bildirge'de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamaktadır. Özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra devletler tarafından güvenlik eksenli politikalar geliştirilerek hak ve özgürlüklerin "terör" bahanesi ile kısıtlandığı bir süreç başlatılmış, toplumlara dayatılan militarist ve polisiye önlemler sonucu istisna hali kurumsallaştırılarak adeta birküresel olağanüstü halrejimi oluşturulmuştur. Bu genel tablo 2013 yılında da varlığını korumuştur.

 

Öte yandan son yıllarda uluslararası sermayenin küreselleşme politikalarının yol açtığı ve tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz, nispi bir gerileme görülse de varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle 2013 yılında da dünya halkları derinleşen işsizlik, açlık ve yoksullukla birlikte artan yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve nefret söyleminin öne çıktığı hak ihlallerine maruz kalmıştır.

 

Aşırı ve kontrolsüz kapitalist üretim, doğanın dengelerini bozarak doğal afetlerin daha sık yaşanmasına yol açmaktadır. 2013 yılında dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan deprem, sel, kuraklık vb doğal afetlerin ardından yüz binlerce insan kendi kaderleri ile baş başa bırakılmış, başta yaşam, barınma, beslenme, sağlık, mülkiyet, iş ve eğitim hakkı olmak üzere pek çok hak ihlaline maruz kalmıştır.

 

Yıl boyunca dünyanın pek çok yerinde yine askeri darbeler, iç çatışmalar, savaşlar ve işgaller nedeniyle başta yaşam hakkı ve işkence olmak üzere çok ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır.  Bu hak ihlallerinin yoğunluğu ve yaygınlığı bakımında bölgemiz Ortadoğu, bilhassa da komşumuz Suriye öne çıkmaktadır.  

 

Maalesef 2013, ülkemizde de ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir yıl olmuştur. Bu yılın önce çıkan olgusu, Taksim Gezi Parkı Protestoları sırasında tüm toplumun maruz kaldığı polis şiddetidir. Emniyet yetkililerinin açıklamalarına göre Türkiye'nin 80 ilinde 112 gün boyunca yaklaşık 3 milyon 600 bin kişinin sokağa çıkmasıyla gerçekleşen, belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük toplumsal hareketliliği olan Gezi Parkı Protestoları sırasında polisin aşırı/ölçüsüz/orantısız şiddeti sonucu insan hakları ihlallerinde adeta bir patlama olmuş, başta yaşam hakkı ve işkence yasağı ihlali olmak üzere çok ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır.

 

Bu yılın insan hakları açısından öne çıkan bir başka sorunu ise Suriye'de yaşanan iç savaşın tüm olumsuzluklarının Türkiye'yi de etkisi altına almasıdır. 

 

2013 yılında yaşanan ihlallere belli kategoriler altında bakarsak:

 

YAŞAM HAKKI

 

2013 yılında yaşanan yaşam hakkı ihlallerinin başlıca nedeni, özellikle 2005 yılında Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza Muhakemeleri Kanunu'nda (CMK), 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu'nda (TMK) ve 2007 yılında PVSK'da yapılan düzenlemelerle silah ve güç kullanmasına ilişkin kolluk kuvvetlerine verilen geniş ve sınırları net olarak çizilmemiş yetkinin kötüye kullanılması olmuştur. Yıllardır yükselen bir seyir izleyen bu durum, Gezi Parkı olayları sırasında doruğa çıkmıştır.

 

TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre 1 Ocak - 30 Kasım 2013 tarihleri arasında:

- Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 25 kişi yaşamını yitirmiş, 26 kişi yaralanmıştır.

- Kolluk güçlerine ait araçlarını meskûn mahalde hızlı ya da doğrudan göstericilerin üzerine sürmesi sonucu ezilerek 6 kişi yaşamını yitirirken 4 kişi yaralanmıştır. 

- Kolluk kuvvetlerinin toplantı ve gösterilere müdahalesi sonucu doğrudan ya da dolaylı olarak 9 kişi yaşamını yitirmiştir.

- Kim tarafından öldürüldüğü bilinmeyen kişi sayısı 7 dir.

- Cezaevlerinde çeşitli nedenlerle yaşamını yitiren kişi sayısı en az 25 dir.

 

Ayrıca Hükümetin hatalı politikaları nedeniyle Suriye'de sürmekte olan iç savaşın Türkiye'ye yansımaları sonucunda da yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Bu çerçevede patlayan bomba, çatışmalardan seken kurşun, sınırı geçenlere açılan ateş vb nedenlerle 71 kişi yaşamını yitirmiş 219 kişi yaralanmıştır.   

 

Milli Savunma Bakanlığı'nın açıklamasına göre 1 Ocak - 30 Ekim 2013 tarihleri arasında zorunlu askerlik hizmetini yapan 52 kişi intihar ederek ya da şüpheli bir biçimde yaşamını yitirmiştir.

 

İŞKENCE ve KÖTÜ MUAMELE

 

İşkence, hala ülkemizdeki insan hakları ihlalleri arasında önemli bir yer tutmaktadır. Güvenlik güçlerinin gözetim ve denetimi altındaki yerlerde, gözaltı merkezlerinde, cezaevlerinde, askeri kışlalarda işkence halen devam etmektedir. Ayrıca, en uç örneğini Taksim Gezi Parkı Protestoları sırasında gördüğümüz toplantı ve gösterilere yönelik kolluk güçlerinin aşırı/ölçüsüz/orantısız müdahalesiyle işkence ve diğer kötü muamele fiilleri sokakta,  açık alanda da yapılır hale gelmiştir.

- Türkiye İnsan Hakları Vakfı'na (TİHV) 2013 yılının ilk 11 ayında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 884 kişi başvurmuştur. Başvuranların 477'si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir. 

- İnsan Hakları Derneği'ne (İHD) ise 2013 yılının ilk 10 ayında işkence gördüğünü belirten 338 kişi başvurmuştur. Bu sayı Gezi Olayları sırasında gerçekleşen işkence vakalarını kapsamamaktadır.

- Askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzak kapalı bir kutu durumundadır. Cezaevlerinin izlenmesi ve denetimi için 4681 sayılı kanunla kurulmuş olan ceza infaz kurumları ve tutukevleri izleme kurulları, yasal kısıtlılık nedeniyle askeri ceza ve tutukevlerinde izleme ve denetim yapamamaktadırlar. Buralarda yaşanan işkence ve kötü muamele olayları hakkında ancak bir ölüm gerçekleştiğinde kamuoyunun bilgisi olabiliyor.

- Cezasızlık hala işkence ile mücadelede en önemli engeldir. Faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, dava açılan vakalarda işkence yerine daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da işkence dışında cezalar verilmesi ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu işkence yapılmasını mümkün kılan en temel unsurlardan birisi olarak hala karşımızda durmaktadır. Nitekim, Gezi Parkı Protestoları sırasında kolluk güçleri tarafından yapılan ve fotoğraf, kamera kayıtları ve adli raporlarla belgelenen, uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarında da yer alan işkence ve kötü muamele uygulamaları hakkında yapılan pek çok şikâyete rağmen etkin soruşturma yürütülmemiş işkence yapan kolluk görevlileri, emir veren ve/veya göz yuman, teşvik eden amirler yargı önüne çıkarılmamıştır.

 

KÜRT SORUNU

 

2013 yılı, Kürt Sorunu'nun barışçıl ve demokratik yollardan çözümü için adımların atıldığına ilişkin bir süreç olarak ilan edilmiş olmakla birlikte, çatışma kaynaklı ölümlerin yaşanmadığı gerçeği yanında, sürecin inişli çıkışlı bir seyir izlemesi, Lice'de Medeni Yıldırım'ın ve geçtiğimiz günlerde Yüksekova'da iki kişinin ölümü ile sonuçlanan olaylar toplumda barışa yönelik umut ve beklentileri zedelemiştir.

- TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre;  

a.2013 yılında çatışmalar nedeniyle 34 kişi yaşamını yitirmiş, 8 kişide yaralanmıştır.

b.Kara mayınlarının patlaması sonucu 7 kişi yaşamını yitirirken 18 kişi de yaralanmıştır.

- Anadil hakkının kullanımını, Kürt dilinin kullanımını yasal güvenceye alan yaşamsal değişiklikler yapılmamıştır, konu hala siyasetin malzemesi olarak kullanılmaktadır.

- Kürt sorununun farklı boyutlarını siyasetin ve kamuoyunun gündemine taşıyanlar üzerinde bir baskı aracı niteliğindeki KCK yargılamalarında kayda değer bir ilerleme sağlanmazken uzun tutukluluk süreleri adeta bir cezalandırmaya dönüşmüştür.

- Olağanüstü hal kaldırılmış olmasına rağmen koruculuk sistemi fiilen sürmektedir. İçişleri Bakanlığının açıklamalarına göre Eylül 2013 itibariyle korucu sayısı 48 bin 130'a ulaşmıştır.  Bu durum çatışmalı dönemde topraklarını terk etmek zorunda kalanların, köylerine geri dönüşleri, çalışma ve barınmaları için uygun koşullar hala yaratılamamıştır.

 

DÜŞÜNCE ve İFADE ÖZGÜRLÜGÜ

 

2013 yılı düşünce ve ifade özgürlüğü alanında meydana gelen ihlaller, özellikle Gezi Parkı Olayları sırasında yaşananlar, düşünce ve ifade özgürlüğünün basın, örgütlenme, toplantı ve gösteri yapma özgürlükleri ile yakından ilişkili olduğunu ve birlikte değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.  

 

Gezi Parkı Olayları boyunca siyasal iktidar tarafından medyanın oto sansür yapması istenmiş, halkın haber alma hakkı adına alanda görev yapan gazetecilere/muhabirlere baskı uygulanmış ve polis şiddetini tüm çıplaklığı ile yansıtmaları engellenmiştir. Bu çerçevede pek çok gazeteci polisin aşırı/ölçüsüz/orantısız şiddetine maruz kalarak yaralanmış, tartaklanmış, dövülmüş, gözaltına alınmış ve görev yapmaları engellenmiştir. Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin açıklamalarına göre bu tür uygulamalara maruz kalan basın çalışanı sayısı 100'e yakındır.

 

Bu yıl içinde de gazeteci, yazar, insan hakları savunucusu vb. çok sayıda kişiye davalar açılmış, dergi ve kitaplar toplatılmış, gazeteler kapatılmıştır. Hapisteki gazeteci sayısında önceki yıllara oranla 2013 yılında bir azalma olmamıştır. Ancak, bu konuda yapılan spekülatif tartışmalar nedeniyle kesin bir sayı verebilmek zordur. Bununla beraber Türkiye'nin dünya çapında cezaevinde en çok gazetecinin bulunduğu ülkelerden biri olduğunu söyleyebiliriz.

- TCK 301. Madde her ne kadar 2008 yılında kaldırılmış olsa da mevcut hukuk mevzuatında özgürlükler önünde tehdit yaratan ve birbiri yerine kullanılabilecek en az 13 madde daha (TCK 84, 125, 132, 134, 215, 216, 218, 285, 286, 288, 299, 305, 318. maddeler) bulunmaktadır. Bunlar dışında birçok yasada da ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikte hükümler vardır. Ancak, Terörle Mücadele Yasası üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu yasa sadece düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü açısından değil, aynı zamanda çocuk hakları, sanık hakları vb. birçok yönden de ciddi ihlallere kaynaklık etmektedir.

- TİHV Dokümantasyon Merkezinin verilerine göre 2013 yılında ilk 11 ayında yukarıda belirtilen yasa maddelerine dayanılarak  

* Gözaltına alınan 21 kişiden 8'i tutuklanmış,

* 115 kişi hakkında toplam 200 yıl 6 ay 17 gün hapis cezası verilmiş,

* 50 kişi hakkında toplam 145 bin 374 lira para cezası verilmiş,

* 153 kişi beraat ederken, 329 kişinin yargılanması 2014 yılına sarkmış,

* 31 kişi için 3. veya 4. Yargı paketi uygulanmış;

- Aynı dönem içersinde 3'ü gazete/dergi olmak üzere 13 yayın toplatılmıştır. 

- Erişime engellenen internet sayısı ise 35 001'dir

 

ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ

 

- 2013 yılında örgütlenme faaliyetleri nedeniyle 389'u KCK soruşturması kapsamında olmak üzere (son iki ay içinde bu kapsamda 225 kişi gözaltına alınmıştır) 1280 kişi gözaltına alınırken bunların 445i tutuklanmıştır.

- Yine önemli bir kısmı KCK davalarından olmak üzere 1288 kişi toplam 2502 yıl 11 ay 15 gün hapis cezası almıştır.

- İHD Eski Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey halen tutukludur.  Muharrem Erbey' in hakkında sürmekte olan dava beşinci yılına girmesine karşın henüz mütalaa aşamasına dahi gelememiştir. Yaşanan uzun tutukluluk hali cezaya dönüşmüştür. 

- KESK'in 12'si kadın, 35'i erkek olmak üzere toplam 47 yönetici ve üyesi tutukludur.  

- ÇHD'nin  9 yönetici ve üyesi  tutukludur.

 

TOPLANTI ve GÖSTERİ ÖZGÜRLÜĞÜ

 

2013 yılı, toplantı ve gösteri özgürlüğü açısından da ihlallerin ve kısıtlamaların olağan üstü bir şekilde yaşandığı bir dönem olmuştur. Kolluk güçlerinin, barışçıl gösterilerde basınçlı su plastik mermi, kimyasal silah/gösteri kontrol ajanları kullanarak aşırı/ölçüsüz/orantısız güç ve şiddete başvurması önceki yıllara oranla büyük bir artış göstermiştir. İstanbul'da 1 Mayıs gösterilerine müdahaleyle ivme kazanan bu artış, Taksim Gezi Parkı Protestoları sırasında doruk noktasına varmıştır. 

- 30 Kasım 2013 tarihi itibariyle kolluk güçlerinin toplantı ve gösterilere yönelik müdahaleler sonucu doğrudan veya dolaylı olarak 9 kişi yaşamını yitirmiş,

- Türk Tabipleri Birliğinin (TTB) tespitlerine göre sadece Gezi Parkı Olayları sırasında 8 binden fazla kişi yaralanmıştır. Yıl içinde gerçekleşen diğer olaylarla birlikte bu sayının 9 bin aştığı söylenebilir.

- Yine aynı dönemde TİHV Dokümantasyon Merkezi'nin verilerine göre toplantı ve gösterilere müdahaleler sonucu 6447 kişi gözaltına alınmış, 217 kişi tutuklanmıştır. Gözaltına alınanların 4070'i, tutuklananların 182'si Gezi Parkı Protestoları ile ilgilidir.

- Hazırlanan toplam 30 iddianamede 1204 kişinin "2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na muhalefet ettikleri" ve "görevini yaptırmamak için görevli polis memuruna direndikleri" gerekçesiyle yargılanması talep edilmiştir.

- TTB'nin web sayfası üzerinden düzenlediği ankete katılan 11 bin 155 kişi Gezi Parkı Olayları sırasında kimyasal silah/gösteri kontrol ajanlarına maruz kaldığını belirtmiştir.

- 52 kişi 184 yıl 6 ay 12 gün hapis cezası alırken, 28 kişi de 85 bin 318 TL adli veya idari para cezası almıştır.

- Toplam 53 etkinlik ise yasaklanmıştır.

 

CEZAEVLERİ

 

2013 yılında da cezaevleri, insan hakları ihlallerinin yoğun yaşandığı yerler olma özelliğini sürdürmüştür.

- 30 Ekim 2013 itibariyle cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısı 140 bin 716 kişidir. 2013 yılı başındaki yapılan bazı düzenlemeler sonucu 15 Nisan 2013 tarihinde 129 bin 506 kişiye düşen tutuklu ve hükümlü sayısının sadece yedi ay içinde yaklaşık 12 bin artması son derece dikkate çekicidir. Bu sayı AKP iktidara geldiğinde 59 bin 429 idi.

- Cezaevlerindeki çocuk tutuklu ve hükümlülerin sayısı ise 1878'dir.

- TİHV Dokümantasyon Merkezi, 2013 yılının ilk 11 ayında cezaevlerinde toplam 25 tutuklu ya da hükümlünün intihar, işkence ve kötü muamele, kaza, ihmal, hastalık, mahkûmlar arası kavga vb nedenlerle yaşamını yitirdiğini tespit edebilmiştir. Adalet Bakanlığı ise bu sayıyı 2013'ün ilk üç ayı için 64 kişi olarak vermektedir. 

- Cezaevlerinde sağlık hakkı alanında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Tutuklu ve hükümlülerin tıbbî yardıma ulaşma konusunda önemli engellerle karşılaştığı ve gerekli tıbbî personelle, araç-gerecin cezaevlerinde bulunmadığı gözlemlenmektedir. İHD verilerine göre 2013 yılında 129'u ölüm sınırında olmak üzere ağır hastalıkları olan 544 tutuklu ve hükümlü cezaevlerinde tedavi edilmeyi beklemektedir.

- 2000 yılından bu yana uygulanmakta olan tecrit ve tretmana dayalı ceza infaz sistemi, tutuklu ve hükümlülerin fiziksel-sosyal-ruhsal bütünlüğünü tehdit etmeye devam etmektedir. Bir ve üç kişilik oda sisteminde tutukluların ve hükümlülerin birbirleriyle sosyal ilişki kurması engellenmektedir. Bu durum onların ruh sağlığı üzerinde ağır hasarlara yol açmaktadır. Bu ağır izolasyon koşullarını yumuşatmak için Adalet Bakanlığı'nın 10 tutuklu ve hükümlünün haftada 10 saat bir araya gelerek sosyalleşmesini öngören 22 Ocak 2007 tarihli genelgesi (45/1) yürürlükte olmakla birlikte halen etkin ve sorunsuz biçimde uygulanmamaktadır.

- Yine 2000 yılında Adalet Bakanlığı tarafından vaat edilen, cezaevlerinin şeffaflaşmasını sağlayacak olan cezaevlerinin bağımsız, demokratik ve mesleki kurum temsilcilerinden oluşan kurullarca sivil denetime açılması yönünde bir gelişme de yoktur.

- İzmir Barosu İnsan Hakları Merkezi Cezaevi Komisyonu ve Çocuk Hakları Komisyonu üyesi avukatların Aliağa Şakran'da bulunan İzmir Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumunda kalan tutuklu ve hükümlü çocuk ve gençlerle yapmış oldukları görüşmeler sonucunda; bir kısım çocuk ve gencin özellikle kameraların olmadığı müşahede odasında, mavi oda ve müdürün odasında darp edildiği, müşahede adı altında uzun sürelerle hücre hapsine tabi tutulduğu, çocuk ve ergenlerde ancak çocuk psikiyatrisi uzman hekimi kontrolünde şizofreni ve bipolar bozuklukların tedavisinde kullanılan seroquel adlı ilaç kullanımının oldukça yaygın olduğu, ceza infaz kurumunda haftanın her günü doktor olmadığı, sevklerin en az birkaç gün sonra olacak şekilde gecikmeli yapıldığı, hastaneye sevk esnasında, nakil aracında, hastanede, jandarma tarafından darp edilen hasta çocukların bulunduğu hususları tespit edilmiştir.

 

TUTUKLU AVUKATLAR

 

Hukuk devleti kavramının yıllar, yüzyıllar içinde verilen hak arama mücadelesiyle varolduğu ve anlam kazandığı tartışılmaz bir gerçekliktir. Hak arama mücadelesinin yasal zemini olan yargılama faaliyetinde, savunmanın şekli bir unsur olarak görülmesi, avukatın etkisiz bırakılması hukuk devletinin varlık nedeniyle çelişen bir durumdur.

 

Avukatlar, adalet ve vicdan mücadelesinde sorumluluklarını yerine getirirken, savunmanın kısıtlanmasına yönelik hukuksal düzenlemeler, avukatın ve avukatlığın itibarsızlaştırılması yönündeki söz ve eylemler, barolara karşı yürütülen soruşturmalar ve açılan davalar ile karşı karşıyadır. Duruşmalarda kendilerine söz verilmeyen, duruşma salonlarından yaka paça çıkarılan ve hatta kolluk güçlerince adliye binalarında darp edilen avukatlara yönelik saldırılar gelinen noktada biçim değiştirmiş ve bazı avukatlar özgürlüklerinden yoksun bırakılmışlardır.

 

KCK davalarında  tutuklu yargılanan avukatlar gerçeğiyle devam eden süreçte, 18 Ocak 2013 sabahı TMK 10.Md.ile özel görevli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatı ile başlatılan operasyon sonrasında ÇHD Genel Başkanı Av.Selçuk Kozağaçlı, ÇHD İstanbul Şubesi Başkanı Av.Taylan Tanay, ÇHD İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Av.GüçlüSevimli, ÇHD Ankara Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Av.Betül Vangölü Kozağaçlı ile ÇHD üyesi avukatlar Av.Barkın Timtik,  Av.Ebru Timtik, Av.Şükriye Erden, Av.Naciye Demir ve Av.Günay Dağtutuklanmışlardır.

 

Avukatların tutuklanmalarının sebebi, haklarında yürütülen soruşturmalar ve yargılamalardaki hukuksal dayanaktan yoksun iddialar değil, adaletsizliğin kamu vicdanını yaralayacak ölçüde hüküm sürdüğü bir hukuk düzeninde, insan haklarının korunması ve savunulması, yargılama faaliyetinin demokratikleşmesi, hak arama özgürlüğünün kullanılması ve adil yargılanma hakkının gerçekleşmesi için çalışmış olmalarıdır.

 

EKONOMİ ve ÇALIŞMA YAŞAMI

 

Küresel sermaye ile girilen ilişkiler ve dünya çapında yaşanan mali/ekonomik kriz 2013 yılında da çalışma hayatında emekçilerin haklarını ortadan kaldıran saldırılarla devam etmiştir. Krizin faturası emekçilere kesilirken emek maliyetlerini daha da aşağı çekmek için esnek ve güvencesiz çalışma, temel çalışma biçimi haline getirilmektedir. Neoliberal politikalar sonucu emekçilere esnek üretim ve performans gibi uygulamalarla acımasız çalışma koşulları dayatılmaktadır. Esnek çalışma modeli ile birlikte getirilen "bireysel sözleşme" modeli de modern köleliğin aldığı son biçimdir. Türkiye'de çocuk işçiliğinin ulaştığı boyuta ilişkin veriler kaygı vericidir.

- Çalışma Bakanlığı'nın 2013 Temmuz ayında açıkladığı verilere göre Türkiye'de toplam işçi sayısı 11 milyon 628 bin 806 kişiyken sendikalı işçi sayısı ise 1 milyon 32 bin 166 kişidir.

- İşyerlerinde sağlık ve iş güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi nedeniyle her geçen gün artan iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucunda işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden alınmaktadır.

- Türkiye ölümlü iş kazalarında dünya sıralamalarında ön sıralarda yer almaktadır. 2013 yılının ilk 11 ayında tüm iş alanlarında iş kazaları/cinayetleri sonucu en az 1145 işçi yaşamını yitirmiştir.

 

ÇEVRE HAKKI

- Pek çok uluslararası sözleşme ve ulusal hukuk metinlerinde ve Anayasamızda sağlıklı çevrede yaşama hakkı kabul edilmiş olmasına karşın maalesef ülkemizde insanlar; özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşayamıyor. Türkiye, küresel iklim değişikliğinin artmasına yol açan karbon gazı salınımında dünya ülkeleri arasında 23. sırada yer almaktadır.

- Ekonomik büyüme, kâr ve rant hırsıyla siyanür liçi ile altın arama, doğanın kılcal damarları işlevi gören derelere HES'lerin yapımı, kültürel, tarihsel ve doğal mirası yok eden büyük baraj inşaatları, uluslar arası tekellere parsellenen su kaynakları, şehrimizi de tehdit eden termik santraller ve nükleer santral sevdası ile yaşam alanlarımıza saldırılmakta ve yaşam hakkımız ihlal edilmektedir.

 

CİNSİYET VE CİNSEL YÖNELİM AYRIMCILIĞI

 

Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülkedir. Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışı ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir. Bir yandan kadınların toplumsal ve aile içindeki konumunda hızlı bir dönüşüm yaşanırken diğer yandan kadınların daha etkin, daha özgür bir kimlik edinme yönündeki çabaları şiddetle, ölümle bastırılmaktadır.

- Bianet'in verilerine göre 1 Kasım 2012 ile 1 Kasım 2013tarihleri arasında 189 kadın öldürülmüş, 179 kadın ve kız çocuğu tecavüze uğramış, 205 kadın yaralanmıştır. Böylelikle bir yıl içinde toplamda 573 kadın, erkek şiddetine maruz kalmıştır.

- Ayrıca ülkede cinsel kimlikleri, kadın ve erkek olarak mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında LGBT bireyler, cinsel tercih ve yönelimleri nedeniyle toplumsal boyutta olduğu kadar herhangi bir sorun nedeniyle kamu otoriteleri ile karşı karşıya kaldıklarında da ayrımcılığa uğramaktadır. Uygulanan şiddet, aşağılama ve dışlamanın yanı sıra kişilerin bedensel bütünlüklerine yönelik olmakta ve pek çok kez yaşam hakkı ihlalleriyle de sonuçlanmaktır. Nefret söylemlerinin hedefi olmaktan kurtulamayan LGBTT bireylere karşı sergilenen şiddet içinde güvenlik görevlileri tarafından uygulanan işkence, kötü ve küçük düşürücü muameleler ciddi bir yer tutmaktadır.

- 2013 yılın ilk 11 ayında nefret saldırıları sonucu en az 4 trans birey yaşamını yitirmiş, 9 trans birey de yaralanmıştır.  

 

MÜLTECİ VE SIĞINMACILAR

 

Devletler sadece kendi ülkesinin vatandaşlarının yaşam haklarını korumakla yükümlü değillerdir. Ülkemiz, önemli bir mülteci ve sığınmacı nüfus hareketi için "geçiş ülkesi" durumundadır. Ağır hak ihlallerine uğradıkları için ülkelerini terk eden bu insanlar, yolculukları sırasında insan kaçakçılarının aldatma ve istismarına maruz kalmakta, hatta yaşamlarından olabilmektedirler.

- Ülkelerine geri gönderilmek üzere özgürlüklerinden mahrum bırakılan göçmenlerin tutulduğu alıkonma merkezlerinde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Kötü fiziki koşullara sahip bu merkezlerde sığınmacıların zorunlu ve insani ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Geri gönderme merkezlerinin hukuki statüsünü düzenleyen bir yasa henüz çıkarılmamıştır.

- Türkiye mülteci ve göçmenler için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan, temel ve insanî ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak koşulları iyileştirmekten uzak tutumunu 2013 yılında da devam ettirmiştir.

- Suriye'deki iç savaştan kaçarak Türkiye'ye sığınanların sayısı 600 bini geçmiştir. Bu kişilerden yaklaşık 400 bini sınıra yakın yerlerde kurulmuş olan "mülteci kampları" nda barınmaktadırlar. Bu kamplar insan hakları örgütlerinin ve bağımsız gözlemcilerin denetimine hala kapalıdır.

 

ASGARİ TALEPLER

 

Sergilemeye çalıştığımız bu tablonun kader olmaktan çıkması ve değişmesi için yıllardır dile getirdiğimiz asgari talepleri bir kez daha yinelemek istiyoruz:

- Temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönündeki çalışmalar, uyum süreçlerinin gereği sonucu ve bir "ev ödevi"nin yerine getirilmesi anlayışı ile değil, aksine hak ve özgürlüklerin bu ülke insanının istemi, ihtiyacı ve demokrasinin içselleştirilmesinin gereği olduğu için yapılmalıdır.

- Bu bakımdan temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi esas olmalı; özgürlük-güvenlik ikilemi yaratılarak bu gelişim engellenmemeli; var olan hak ve özgürlüklerden geri adım atılmamalıdır.

- Adil yargılanma hakkı ve savunma hakkı önündeki engeller kaldırılmalı, savunma dokunulmazlığı etkin olarak uygulanmalı, avukat müvekkil arasındaki meslek sırrı ilişkisine saygı gösterilmeli, uzun tutukluluk süreleri düşürülerek, hızlı ve adil bir yargılamanın koşulları oluşturulmalıdır. Adil yargılanma, masumiyet ve lekelenmeme hakkını ortadan kaldıran her türlü uygulama, birey ve dava gözetmeksizin terkedilmelidir.  Bu çerçevede, öncelikle Terörle Mücadele Yasası yürürlükten kaldırılmalıdır.

- Tutuklu avukatlar gecikmeksizin serbest bırakılmalıdır.

- İşkence iddiaları hakkında derhal ve koşulsuz olarak soruşturma açılmalı; işkence gördüğünü belirten kişinin tetkik ve incelemeleri İstanbul Protokolü çerçevesinde gerçekleşmelidir. Soruşturmalar bizzat C.Savcıları tarafından yürütülmelidir.

- İşkence ve kötü muamele suçu işleyenlerin cezasız kalmasına neden olan yönetsel, yasal, yargısal ya da öteki tüm engeller kaldırılmalı, suçluların derhal ve adil biçimde yargılanması ve cezalandırılmasının mekanizmaları etkinleştirilmelidir.

- Gezi Parkı Olayları sırasında kolluk güçlerinin gerçekleştirdiği işkence ve kötü muamelenin her düzeyden sorumluları hakkında soruşturmalar daha etkin biçimde yürütülmeli ve bu kişiler ivedilikle yargı önüne çıkarılıp cezalandırılmalıdır.

- Haklarında işkence ve kötü muamele yapmak nedeniyle soruşturma açılan kamu görevlilerine, soruşturma sonuçlanıncaya dek hemen görevden el çektirilmelidir.

- PVSK değiştirilmeli, kolluğun üst arama, kimlik sorma, silah ve zor kullanma yetkileri daraltılarak yasa, bir bütün olarak kişi özgürlüğünü esas alan bir niteliğe büründürülmelidir.

 - Gözaltı birimleri ve cezaevleri "bağımsız izleme kurulları"nın denetimine açılmalıdır.

- Yeni kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu etkin bir şekilde işletilmeli, ayrıca işkencenin önlenmesine odaklanmış Birleşmiş Milletler İşkenceyle Mücadele Seçmeli Protokolü'ne (OPCAT) ve Paris İlkeleri'ne uygun bir ulusal mekanizma derhal oluşturulmalıdır.

- Irkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi beyanların ve nefret söyleminin yanı sıra kişi ya da grupların taşıdıkları kimlik, değer, politik görüş, cinsiyetleri ya da cinsel yönelimleri nedeniyle maruz kaldıkları saldırı ve şiddet, insanlık onuruna yönelik suç fiilleri kapsamına alınmalı, ayrımcılık hukukunun uluslararası standartlarını esas alan yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

- Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yargı yetkisini tanımalı, bu amaçla Roma Sözleşmesi'ni imzalamalıdır.

- Türkiye, BM Kayıplar Sözleşmesi'ne hiçbir çekince koymadan taraf olmalıdır.

- Örgütlenme ve düşünceyi açıklama özgürlüğünü engelleyen uygulamalara son verilmeli, buna yol açan tüm yasalar sonuçlarıyla birlikte yürürlükten kaldırılmalıdır.

- İnsan hakları ile ilgili çalışma yapan kişi ve kurumların karşılaştıkları yasal ve idari engeller, kısıtlamalar kaldırılmalıdır.

- İnsan haklarına saygının güçlenmesi için Türkiye'nin, her türlü ayrımcılığı yasaklayan, yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini, çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını, doğal ve kültürel çevre ve varlıkların korunmasını güvence altına alan yeni bir anayasaya ihtiyacı vardır.  Yeni anayasa çalışmalarına hiç koşulda son verilmemelidir.    

- Olağanüstü hal uygulamasının fiilen devam eden sonuçları ve kurumları tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Kürt sorununun şiddetsiz ve demokratik yollardan çözümü ve ülkede kalıcı bir barış ikliminin tesisi için herkes sorumluluklarını yerine getirmeli, ekonomik, sosyal, politik her türlü önlem bir an önce alınmalıdır.

- F Tipi Cezaevi ile genelde tecrit uygulamasından vazgeçilmelidir. Hasta tutuklu ve hükümlüler derhal serbest bırakılmalı ya da cezalarının infazları yeniden sağlıklarına kavuşasıya kadar ertelenmelidir.

- Çocuk ve engellilerin haklarının korunmasına, onların daha güvenli, sağlıklı ve onurlu bir sosyal ortamda gelişmelerine ve yaşam sürdürebilmelerine yönelik idari ve pratik önlemler alınmalı gerekli yasal değişikliler gerçekleştirilmelidir.

- Çevre ve doğaya zarar verme riski olan yatırımlar için, yöre insanının onayı alınmalı; çevre ve doğa koruma ile ilgili idare mahkemesi kararları uygulanmalı; hiçbir çevresel kaygı taşımayan, yaşam alanlarının kirlenmesine ve yok olmasına yol açan 5177 Sayılı yasa ile değişik Maden Yasası değiştirilmelidir.

- Türkiye, küresel ısınmaya karşı üzerine düşenleri yapmalıdır.

- Çevre kirlenmesine yol açmayacak, ekolojik dengeyi bozmayacak yeni bir yöntem geliştirilip uygulanıncaya kadar siyanür liçi yöntemiyle yapılan altın madenciliğinden vazgeçilmeli, Bergama-Ovacık, Uşak-Eşme Kışladağ altın madeni işletmeleri kapatılmalıdır. Efemçukuru ve Kaz Dağları'ndaki diğer projeler ise iptal edilmelidir. Aliağa Termik Santrali projesi iptal edilmelidir. Bu faaliyetler nedeniyle şu ana kadar çevrede oluşan kirlenmenin temizlenmesi ve bozulan doğanın düzeltilmesi işi, madenci şirketlere yaptırılmalıdır.

- HES'lerin yapımları durdurulmalı, nükleer santral projelerinden vazgeçilmelidir.  

- İşçilerin ve diğer çalışanların grevli-toplu sözleşmeli sendikal haklarının önündeki engeller ortadan kaldırılmalı, tüm çalışanlar için iş güvencesi, istihdam olanakları, sosyal güvenlik hakkı ve örgütlenme haklarıyla güvence altına alınmalıdır. Kamu Personel Rejimi kaldırılmalıdır.

 

Saygılarımızla.10.12.2013

 

 

İzmir Barosu İnsan Hakları Hukuku               İHD İzmir Şubesi   ÇHD İzmir Şubesi

ve Hukuk Araştırmaları Merkezi                               TİHV İzmir Temsilciliği

 

 
İçerik-11
İçerik-10
İçerik-12
İçerik-9
İçerik-13
Baro Levhası BARO LEVHASI
Sicil No:
Adı:
Soyadı:
BaroNet
Anlaşmalı Hastaneler
Av.M.Taner Ünlü Kütüphanesi
BaroTV
OCAS
UYAP
Avukat Spor Oyunları
Baro Kart
E-İmza