BASINA VE
KAMUOYUNA
SÜREKLİ VE GERÇEK ADALET
İÇİN BAĞIMSIZ YARGI KAÇINILMAZDIR...
SİYASİ İKTİDARIN
YARGIYA HÜKMETME İSTEĞİNE KARŞI DURALIM…
12 Eylül darbesi sonrasında siyasi
iktidarların müdahalesine açık bir yapı olarak oluşturulan ve
yargının siyasallaşmasının bir unsuru haline gelen HSYK, 12 Eylül
2010 referandumu ile birlikte siyasal iktidarların doğrudan ve
dolaylı etkisine daha açık, daha savunmasız bir
yapıya büründürülmüştür.
Yargı bağımsızlığı ve yargıç
güvencesi, toplumumuzun ve hukuk sistemimizin en köklü ve derin
sorunlarından biridir. Hukuk kurumlarının on yıllardır yargı
üzerindeki siyasi vesayetin kaldırılması konusundaki çabaları ve
tartışmaları bugün daha da yakıcı olarak karşımızdadır.
HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin
yapısının değiştirilmesinden sonra bugün de; Yargıtay ve
Danıştay'ın yapısında köklü değişiklikler yapılmasına yönelik yasa
tasarısı gündeme gelmiştir. Hükümetin 2007 yılında Yargıtay
Yasası'nda değişiklik öngören yasa tasarısı Adalet Komisyonu'nda
bekletilirken 21.01.2011 tarihinde TBMM Başkanlığı'na sunulan yeni
tasarı, 25.01.2011 tarihinde Adalet Komisyonuna gönderilmiş,
Komisyonda da gereği gibi tartışılıp görüşülmeden jet hızıyla
29.01.2011 tarihinde kabul edilmiştir.
Söz konusu tasarı ile Yargıtay ve
Danıştay'da daire ve yargıç sayısı arttırılmakta, birinci başkanlık
kurulunun seçim kriterleri değiştirilmekte ve dairelerin
görevlerinin yasa ile belirlenmesinden vazgeçilmektedir.
Tasarının gerekçesinde değişikliğin
amaçları açıklanmaya çalışılırken; Yargıtay ve Danıştay'da bekleyen
dosya sayısının fazlalığı, dosyaların incelenmesinin çok uzun
sürüyor oluşu ve bu durumun da adil yargılanma hakkını ihlal ettiği
gerekçe olarak gösterilmiştir.
Gerekçede yer alan verilere
göre;
-Yargıtay ceza dairelerinde dosya
başına ortalama 3.6 dakika,
-Hukuk dairelerinde ise dosya
başına ortalama 4.5 dakika inceleme süresi
düştüğü,
-Yasal alt yapısı bulunmamasına ve
yasal olmamasına rağmen dairelerin çoğu zaman iki, hatta üç
heyet olarak çalıştıkları,
-Bugün itibariyle
yeni iş gelmese bile Yargıtay ve Danıştay'da bulunan işlerin
en erken dört-beş yıl içinde bitirilebileceği,
-Bazı tutuklu dosyalarda ise
bihakkın tahliye tarihi dolduğu halde dosyalar incelenemediğinden
sanıkların ceza infaz kurumunda kalmaya devam ettikleri,
- 03.01.2011 tarihi itibariyle
cezaevinde bulunan hükmen tutuklu oranının
%38.30olduğuanlaşılmaktadır.
Tasarının da bu zorunluluk ve ihtiyaçları karşılamak amacıyla
hazırlandığı ileri sürülmektedir.
Gerekçede ileri sürülenlerin
aksine, tasarının mevcut durumu düzeltmeyeceği gibi sorunu çözecek
yargı reformunun bir parçası olarak da kabul edilemeyeceği bizzat
tasarının kendisi ve gerekçesi ile ortaya çıkmaktadır.
Tasarı ile Yargıtay' 4 yeni Ceza
Dairesi ve 2 yeni Hukuk Dairesi daha kurularak, daire sayısının
38'e yükseltilmesi; ayrıca 250 olan üye sayısının 137 üye daha
eklenmesiyle 387'ye yükselmesi hükme bağlanmıştır.
Bu yeni durumun gerekçede açıklanan
mevcut dosya sayıları ve her bir dosya için ayrılan süre açısından
yeniden değerlendirilmesinde;
*Ceza davaları için ayrılacak
süreyi daire sayısı açısından %30 artıracağı yani her bir dosyaya
ayrılan inceleme süresini 3.6 dakikadan 4.6 dakika
civarlarına çıkaracağı,
*Hukuk davaları için daire
sayısındaki artış yönünden bakıldığında ise 4.5 dakikalık süreyi %
10 artıracağı yani 4.5 dakikadan 5.10 dakikaya
çıkaracağı,
*Hukuk davaları için daire
sayısındaki artış yönünden bakıldığında ise 4.5 dakikalık süreyi %
10 artıracağı yani 4.5 dakikadan 5.10 dakikaya
çıkaracağı,
*Aynı değerlendirmenin yargıç
sayısı yönünden yapılması halinde ise sağlanacak katkının en fazla
%50 lik bir katkı olabileceği tartışmasızdır.
Yasal olmasa bile, dairelerin
tümünün iki ya da üç heyet halinde çalıştıkları şeklindeki
gerekçede var olan kabul göz önüne alındığında dahi; heyet sayısını
ikiye çıkarmayı düzenleyen değişikliğin esasen mevcut fiili
durumu yasal bir statüye kavuşturmaktan başka bir sonucu
olmayacağından dosyaların incelenme süresi üzerinde
herhangi bir olumlu etkisinin olmayacağı da açıktır.
Tasarıdaki diğer iki değişiklik
önerisinden biri,Yargıtay 1. Başkanlık Kurulunun seçim usullünde
yapılan değişiklik, diğeri de Yargıtay Daireleri'nin yasa ile
belirlenen görevlerinin artık yasada belirlenmesinden vazgeçilmiş
olmasıdır.
Tasarı üzerindeki tartışma
Yargıtay'da dosya inceleme süresi ve tutuklu sanıkların durumu gibi
kamuoyunun da tepkisini çeken başkaca noktalara çekilerek, asıl
amaçlanan değişikliklerin tartışılmasının önüne geçilmeye
çalışılmakta ve söz konusu değişiklik hükümleri kamuoyundan
gizlenmeye çalışılmaktadır.
- İster demokrasi, isterse ileri demokrasi diyelim; baskıcı
olmayan tüm yönetimlerde, yasa değişikliklerinin amacının mutlaka
tam olarak açıklanmış ve değişikliklerin ilgili tüm kesimlerce
tartışılmasının sağlanmış olması kaçınılmazdır. Bu durum hem yasa
yapma tekniği açısından, hem genel hukuk kriterleri açısından, hem
de demokratik yönetim ilkeleri açıcından zorunludur.
- Yapılması düşünülen en önemli değişikliklerden biri
Yargıtay Kanunu'nun 14. maddesi değişikliğidir. Bu değişiklikle
Yargıtay ceza ve hukuk dairelerinin görevlerinin belirlenmesi bir
kanun hükmü olmaktan çıkartılmıştır.
- Tasarıda yer alan yeni düzenlemeye göre dairelerin
görevleri her takvim yılı başında yeniden belirlenecektir. Bu durum
doğal yargıç ilkesinin, mahkemelerin kanuniliğinin ihlali ve
Yargıtay'ın içtihat mahkemesi olma özelliğini kaybetmesi anlamına
gelmektedir.
- Bu değişiklikler ile istenen işlerin istenen dairelere
gördürülmesi, bu yolla da istenen kararların elde edilmesi, istenen
içtihatların yaratılması sağlanacaktır.
- Diğer taraftan söz konusu tasarının genel gerekçe kısmında
Yargıtay 1. Başkanlar Kurulunun seçim şeklinin neden
değiştirildiğine ilişkin herhangi bir açıklama yoktur. Keza madde
gerekçeleri içerisinde de neden bu değişikliğin yapıldığı ve "yargı
reformuna" katkısının ne olacağına ilişkin tek bir satır bile
yoktur.
- Bu değişiklikle; Yargıtay 1. Başkanlık Kurulunun
seçiminde getirilmiş olan "en az 4 yıl Yargıtay dairelerinde
çalışmış olma" şartını içeren 2797 sayılı yasanın 33. maddesinin 1.
fıkrasının kaldırılması hedeflenmektedir.
- Siyasi iktidar tarafından ne tasarının gerekçesinde ve ne de
madde gerekçelerinde bu değişikliğe neden ihtiyaç duyulduğu ve 4
yıl kıdem şartının neden kaldırılmak istendiği izah edilmemiş ve
hatta bu konuda tek bir açıklama dahi yapılmamıştır.
- Anlaşılacağı üzere daire sayısının artırılması veya hakim savcı
sayısının artırılmasının yanına sıkıştırılmış olan bu maddenin
izahı yoktur. Bu değişikliğin izahı olsa olsa, Yargıtay'ın yönetim
yapısı ile dairelerin iş bölümünü hükümetin arzusu doğrultusunda
istendiği gibi değiştirebilmektir.
- Daire, hâkim ve savcı sayısının artırılmasının bir sonuç
yaratmayacağını yukarıda gerekçede hükümet tarafından açıklanan
rakamlarla açıklamıştık.
Yine iktidarın samimiyetsizliğinin
bir başka göstergesi ise 2007 ile 2011 hükümet tasarılarının
gerekçelerinde kendisini göstermektedir.
- 2007 tasarısında Yargıtay daire sayısının azaltılması
önerilirken:
"Bugün hemen hemen bütün ülkelerde
Yargıtay'ın karşılığı olan yüksek mahkemeler birer içtihat
mahkemesi görevini yapmaktadır. Ve bu mahkemeler olaylarla, ispat
araçlarıyla değil kanun uygulaması ile ilgilenirler.
Oysa Türk Yargıtay'ı ilk derece
mahkemeleriyle kendisi arasında süzgeç görevini yapacak bir ara
mahkemesi bulunmadığı için, her iki görevi yani hem içtihat
yaratmak ve hem de istinafı yürütmek durumunda kalmıştır.
2007 Tasarısıyla bölge
adliye mahkemelerince incelenip kesinleştirilecek dosyaların sayısı
düşünüldüğünde bu mahkemelerin fiilen göreve
başlamalarından itibaren Yargıtay'a gelecek iş sayısı ve
yoğunluğunda bir azalmanın olacağı dikkate alınarak Yargıtay'da
daire ve üye sayısı azaltılmakta ve buna bağlı olarak Yargıtay
dairelerine gelecek olan iş ve davaların getirilen yeni hükümler
çerçevesinde yeniden dağılımı yapılmaktadır." denilerek,
hukuk daireleri 13 ceza daireleri 7 ve hakim sayısını da en fazla
150 üyeyle sınırlamaktadır.
- Bugün gelinen noktada HMK nın yürürlük tarihi olan 1 Ekim 2011
tarihi ile birlikte Bölge Adliye Mahkemeleri'nin de faaliyete
geçeceğine yönelik açıklamalar da göz önüne alındığında, yani 2007
tasarısında öngörülen tüm koşulların sağlandığı düşünüldüğünde,
Ceza Dairelerinin 2007 de önerilen 7 daireden 15 daireye, Hukuk
Dairelerinin sayısının 2007 tasarısında önerilen 13 daireden 23
daireye çıkarılmak istenmesi ve hakim savcı sayısını ise neredeyse
2007 tasarısında önerilenin üç katına yükseltilmek istenmesinde
amacın tasarı da gösterilen amaçla sınırlı olmadığı ve hükümetin
gerçek niyetini gizlediği sonucu bir kez daha gözler önüne
sermektedir.
- Durum böyleyken; hakim savcı sayısındaki olağanüstü
artışla birlikte Yargıtay 1. Başkanlık Kurulunun seçimindeki
kriterlerin sessiz sedasız değiştirilmeye çalışılmasında asıl
amacın yargıda reform değil yeni atanan yargıç ve savcılar eliyle
1. Başkanlık Kurulunun ele geçirilmesi çabası olduğu sonucu ortaya
çıkmaktadır.
- Keza Tasarının amaçlarından biri olarak ileri sürülen
yargılamaların makul sürede sonlandırılmasının söz konusu tasarı
ile sağlanamayacağı düşünüldüğünde; gerçekleştirilmek istenenin bir
yargı reformu olmadığı da ortaya çıkmaktadır.
- Yargılamalardaki asıl uzunluk ilk derece mahkemelerinde
yaşanmaktadır. Her gün asgari 40-50 dosyaya bakmak zorunda kalan
hakim ve savcıların personel yetersizliği de göz önüne alındığında
bu yargılamaları makul süre içerisinde sonuçlandırmayacakları
tartışmasızdır. Buna rağmen ilk derece hâkim ve savcılarımız büyük
bir gayretle ve bütün handikaplara rağmen görevlerini yerine
getirmeye çalışmaktadır.
- Bu durumu görmezden gelen, yargının asli unsuru olduğunu her
fırsatta söylemekten geri kalmamalarına rağmen savunma mesleğinin
temsilcilerinin görüşlerini almayan bir yargı reformunun yargıda
istenen rahatlamayı sağlamayacağı tartışmasızdır.
- Gerçek bir yargı reformu; ilk derece mahkemelerinde görev yapan
hakim ve savcıların durumunun iyileştirilmesinden, bu mahkemelerin
ve mahkemelerde görev yapan hakim, savcı, personel sayısının
artırılmasından, Yargıtay'ın yükünü azaltacak ve gerçek bir içtihat
mahkemesi olarak çalışmasını sağlayacak bölge adliye (istinaf)
mahkemelerine acilen işlerlik kazandırılmasından geçmektedir.
- Hükümet; yine kendisi tarafından 2007 yılında hazırlanan
Yargıtay Kanunu tasarısında; Yargıtay'da mevcut daire sayısını
nerdeyse mevcudun yarısına düşürmek ve hakim sayısını 150 ile
sınırlamak önerilmekte iken, bu gün getirilen tasarı ile tam
tersine üye sayısını ve daire sayısını artırmayı amaçlayan bir
düzenleme yapılmış olmasının açıklamasını yapmak zorundadır. Mevcut
tasarı gerekçesinde bu tavır ve anlayış değişikliğine ilişkin
herhangi bir açıklama yoktur.
- Biz, 2007 ile 2011 hükümet tasarıları arasında geçen
zamanda değişen tek şeyin dairelere üyeleri atayacak olan HSYK nın
yapısındaki değişiklik olduğunun farkındayız. Bu durum kamuoyunda,
HSYK atamaları eliyle yüksek yargıyı ele geçirmeye yönelik bir
çalışmanın yapıldığı şeklindeki haklı kaygıyı destekler
niteliktedir. Hükümetin yargıyı ele geçirmesi ya da yargı üzerinde
etkisinin bulunması durumu ve hatta en azından böyle bir algı dahi
demokratik rejimin temellerinden biri olan kuvvetler ayrılığı
ilkesini ortadan kaldıran ve dikta rejimine yönelen bir
durumdur.
- Dikta rejimine gidişe karşı koymak ise tüm hukuk
kurumlarının ve en başta baroların kaçınılmaz
görevidir.
İzmir Barosu olarak; demokratik
yönetim ilkesinin ayrılmaz bir parçası olan güçler ayrılığı
kavramının yargı bağımsızlığı olmadan var olamayacağı ve yargı
bağımsızlığının adaletin gerçekleşmesinde bir temel nokta olduğu
düşüncesinden hareketle:
- Yargıda köklü bir reform yapılmasının kaçınılmaz olduğu ve
yargının bugünkü yapısı itibariyle mevcut iş yükünü kaldıramayacağı
gerçeğinin farkındayız.
Ancak;
- Yargının tüm unsurlarının ve konuyla ilgili tüm sivil toplum
örgütlerinin görüş ve düşünceleri alınmaksızın hazırlanacak ve
yüksek yargıdan başlayan bir düzenlemenin yargı reformundan
beklenen amacı gerçekleştirmeyeceği ve böyle bir girişimin baştan
ölü doğacağını.
- Yargıyı aşağıdan yukarıya doğru yeniden yapılandırmayan,
ihtiyaçlar doğrultusunda yargı mekanizmasının çalışmasını
kolaylaştıracak, iş yükünü azaltacak düzenlemeler getirmeyen bir
değişikliğin herhangi bir iyileştirme sağlayamayacağını,
- Hükümet tarafından hazırlanan ve komisyondan geçen söz
konusu yasa tasarısının mevcut sorunları çözmekten uzak,
yargılamayı hızlandırmaya olanak tanımayan ve Yargıtay 1. Başkanlık
Kurulu'nun seçim kriterlerini ortadan kaldırması nedeniyle de
yüksek yargıyı da hükümetlerin ve siyasi iktidarların etkisi altına
sokacak bir düzenleme olduğunu.
- Bu haliyle mevcut değişikliklerin kabulünün mümkün
olmadığını düşünüyoruz.
İzmir Barosu olarak; Bağımsız
yargıyı korumak ve mahkemelerin iş yükünü azaltarak, Yargıtay'ı bir
içtihat mahkemesi olarak kabul eden gerçek bir yargı reformunun
hazırlanabilmesi için yargıç savcı ve avukatları temsil eden
çalışma grubu oluşturulmak suretiyle yapılacak bir reform
çalışmasının içerisinde yer almaya hazır olduğumuzu,
Ancak; yargıyı siyasi iktidarların
vesayeti altına sokmak isteyen her türlü girişim karşısında da
sessiz kalmayacağımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz.
- Söz konusu tasarının gerçek amacının kamuoyuna anlatılması ve
yasalaşmasının engellenmesi için her türlü girişimde
bulunacağımızı,
- Gerçek bir yargı reformu için yeni bir çalışma başlatılmasının
zorunlu olduğunu,
- Yalnız karşı çıkan değil aynı zamanda inşa eden bir anlayışa
sahip olmamız nedeniyle yapılacak reform çalışmalarında bağımsız
bir yargının inşası için tüm gücümüzle var olacağımızı,
- Parlamento çoğunluğuna dayanarak her türlü yasa değişikliğinde
toplumun diğer kesimlerini yok sayan ve her türlü düzenlemeleri
"torba yasalarla" gerçekleştirerek sağlıklı bir tartışma ortamını
engelleyen iktidar anlayışına karşı olduğumuzu kamuoyuna
duyuruyoruz.
- Çözümün yüksek yargıda üye ve daire sayısını artırmaktan değil,
ilk derece mahkemelerini güçlendirmek ve güçlü ve çok sayıda
istinaf mahkemelerinin işlerlik kazandırılmasından geçtiğinin
bilinciyle.
- Yargının kurucu unsurlarının görüşü alınmadan
gerçekleştirilmeye çalışılan her türlü yenileştirme çabasının ölü
doğmuş olacağı düşüncesiyle.
- 12 eylül faşist darbesinin ürünü Anayasa'nın bir uzantısı olan
ve yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran uygulamaların temeli
olarak karşımıza çıkan, Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK'da
bulunması ve bakanlık çalışanlarının da üye olarak
seçilebilmelerine yönelik düzenlemeler kaldırılmadan,
- Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Cumhurbaşkanı'nın
etkisini ortadan kaldırmadan gerçek yargı bağımsızlığının
sağlanamayacağı inancıyla;
Siyasi iktidarlara "bağımlı
bir yargı"yı kabul etmeyeceğimizin ihtarı olarak SÜREKLİ VE GERÇEK
ADALET İÇİN BAĞIMSIZ YARGI KAÇINILMAZDIR diyerek 4.Şubat.2011 Cuma günü, tutuklu
dosyalar hariç olmak üzere 1 gün süreyle duruşmalara girmeme eylemi
yapacağımızı, tüm hukuk örgütleri ile binbir güçlük
içerisinde görev yapmaya çalışan hakim savcılarımızı da bu
eylemimize destek vermeye çağırdığımızı kamuoyuna
bildiririz.
Saygılarımızla.
Avukat Sema
PEKDAŞ
İzmir Barosu
Başkanı