BASINA VE KAMUOYUNA
Tecavüz suçlusu erkekleri hadım etmeye çalışanlarla, tecavüz edilen kadınların dekoltelerini tecavüz suçunun failleri arasına koymak isteyenlerin bilerek/bilmeyerek erkek egemen anlayışın devamı için bir araya geldiği bir tartışmayı izliyoruz bir süredir.
Bir kısmına göre, kadınların tecavüze uğramasında giydikleri giysinin dekoltesinin ölçüsü riskin büyüklüğünü belirliyor. Yani sorumlu tecavüz eden değil, tecavüz edilen.
Diğer bir kısmına göreyse tecavüz yalnızca erkeklerin yakalanabildiği bulaşıcı bir hastalık. Önlemenin en kolay yolu ise, tecavüzcüleri hadım ederek "tedavi etmek". Yani yine failde kusur yok aslında.
Bu tartışmalar AKP'li milletvekilleri tarafından TBMM'ye sunulan ve kamuoyunda "Hadım Yasası" olarak nitelendirilen, cinsel saldırı suçu ile çocuklara ve reşit olmayana tecavüzden mahkum olanların testosteron hormonunun azaltılarak "tedavi" edilmesine ilişkin hükümler de içeren tasarısı üzerine başladı.
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Orhan Çeker'den gelen yorum; olayın tartışılmasındaki bilimsellikten uzaklığı, pespayeliği, kabul edilemez durumu daha da açık olarak ortaya koydu.
Tüm bu tartışmalar, konunun toplumsal boyutunu, toplumda var olan erkek egemen anlayışı ve toplumun her kesiminde güçlüden güçsüze yönelen yaygınlaşan şiddet sarmalını gözden kaçıran ve gerçek çözüm yolları üretilmesini engelleyen ve kadınlar üzerindeki eril şiddetin devamını sağlayan bir bakış açısıyla sergilenmektedir.
Gözden kaçırılan/kaçırılmaya çalışılan şey cinsel şiddetin bir "iktidarı kullanma biçimi" olduğudur. Cinsel şiddet, eril şiddetin bir biçimidir. Ardında da, erkeklerin toplumdaki egemenliğini pekiştirme, kadın ve çocukların bedenleri üzerinde de tahakküm kurma/sürdürme istemleri yatıyor. Unutmamak gerekir ki, tecavüzcülerin büyük çoğunluğu kadın ve çocukların tanıdığı ya da yakınlarındaki erkeklerdir.
Tasarıdaki "Tecavüzcülerin ilaçla tedavi edilmesini" öneren düşünce biçimi, Çeker'in "kadının dekolte giyinmesinin bu suçun işlenmesinde teşvik edici olduğuna" ilişkin beyanı ile ifadesini bulmaktadır. Bu anlayışa göre ortada bir hastalık vardır ve bazı uyaranlar hastalığı azdırmaktadır. Kadınlar kapalı olsalar hastalıkta hiç azmayacaktır.
Türkiye'de her 10 kadından 4'ünün cinsel şiddet de dahil olmak üzere erkeklerin şiddetine maruz kaldığı, her 5 çocuktan 1'inin istismar gördüğü düşünülmektedir. Cinsel şiddet mağdurları çoğu zaman sustukları/susmaya zorlandıkları için ne yazık ki elimizde net veriler bulunmamaktadır. Kimi zaman, konuşsalar da kimseyi inandıramayacaklarını ya da kimileri tarafından dekoltelerinin boyu nedeniyle kendilerinin suçlanacağını biliyorlar çünkü.
Kadınların % 16'sının tecavüze maruz kalmasının sorumlusu dekolteleri ise; %40'ının fiziksel şiddete uğramasının, %45'inin duygusal şiddet mağduru olmasının, rıza dışı ilişkiye zorlanmasının ve tüm bunlara maruz kalan her üç kadından birinin intihara kalkışmasının sorumlusu kim ve ne? Kabul edelim ki, erkek egemen bir toplum olarak kadınlar üzerinde uygulanan şiddet hiçbir zaman azalmadı yalnızca biz yokmuş gibi yapmayı, şiddete karşı duymamayı, görmemeyi, bilmemeyi tercih ettik.
Unutmamak gerekir ki; cinsel suçlar, failin hasta, mağdurun kışkırtıcı olması şartlarına göre irdelenecek suçlar değildir. Bu durum cinsel şiddet uygulayan erkeklerin hasta olması ile açıklanamayacağı gibi, kadınların giyimi ve davranışlarının tahrik edici olması bahanesiyle de açıklanamayacak kadar ciddi bir toplumsal sorundur. "Tedavisi" de erkek egemen anlayışın ortadan kaldırılmasında, eşitsizliklerin giderilmesinde yatmaktadır.
Hadım önerisiyle suçu bir hastalığa indirgemeye çalışanlara hatırlatmak gerekir ki, kısasa kısas gibi bir cezalandırma anlayışı öncelikle insan haklarına ve hukuka aykırıdır. Unutmamalıyız ki, insan hakları kavramını, kendi bakış açımıza, dünya görüşümüze ya da önceliklerimize göre şekillendiremeyiz. Bunun sonu yoktur ve kişiye, ırka, cinsiyete ya da suça göre ayırım mümkün değildir.
Biz erkeğiz. Kadın-erkek arasındaki farkların ve bu farkların yarattığı eşitsizliklerin farkındayız. Herkesin en başta insan olduğunu kabul ediyor, başta kadın-erkek arasında yaratılan toplumsal cinsiyet eşitsizliği olmak üzere tüm ayrımcılıkların, bu ayrımcılıklardan kaynaklanan fırsat eşitsizliği, ikincil konum, şiddet, taciz, tecavüz ve cinayetler gibi mağduru kadın olan tüm olumsuz sonuçların karşısında duruyoruz.
Farklılıkları zenginlik olarak görüyor ve tüm farklılıklarımızla barış içinde bir arada yaşayabileceğimize inanıyoruz. Dün de, bugün de, yarın da hiçbir zaman kadını mal olarak, arzu nesnesi olarak, hizmetçi olarak görmedik ve görmeyeceğiz. Failleri hoşgörülü "ama"larla masumlaştıran, mağdurları failleştiren ve değersizleştiren tüm söylemlerinde karşısındayız.
Biz İzmir Barosu olarak; muhafazakar bir anlayış çerçevesinde gerek ulusal gerek uluslar arası hukuk kurallarına aykırı düzenlemeler içeren ve alelacele Meclise sunulan yasa tasarısının geri çekilerek; Baroların, Tabip Odalarının, İnsan Hakları Örgütlerinin ve Kadın Örgütleri ile diğer STK'ların da katılacağı bir komisyon çalışması sonucunda yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu öneriyi getirenler gerçekten samimiyse; tecavüz ve cinsel şiddete karşı öncelikle aile ve okuldan başlayarak tüm kurumlarında devletin toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele etmesi ve kadınları şiddetten korumak konusunda üstüne düşen yükümlülükleri yerine getirmesi için harekete geçmek zorundadır.
Saygılarımızla… 17.02.2011