Basına ve Kamuoyuna;
1972 yılında, Birleşmiş Milletler Stockholm Çevre Konferansı'nın toplandığı gün olan 5 Haziran gününün "Dünya Çevre Günü" olarak kutlanmaya başlanmasının üzerinden tam 39 yıl geçti.
Ne yazık ki geçen bu süre içerisinde yaşadıklarımız, tanığı olduğumuz ekolojik felaketler, dünyamızın ve ülkemizin geleceği için iyimser olmamızı engelliyor.
Çernobil nükleer felaketinin üzerinden henüz 25 yıl geçmiş iken, Dünya, Fukuşima'da yaşanan yeni bir nükleer felaketin sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kaldı.
Yaşananların, Türkiye'de kurulmak istenen Sinop ve Akkuyu nükleer santralleri için bir uyarı niteliğinde olması gerekirken, siyasi iradenin bu uyarılardan gerekli dersleri çıkardığını söyleyebilmek mümkün değil.
Tam aksine, bugünkü siyasi iktidar enerji açığını bahane ederek, başta nükleer lobiler olmak üzere, enerji lobilerine yeni pazarlar kazandırmak uğruna, doğanın ticari bir meta olarak pazarlanmasına yönelik politikaları hayata geçirmekten çekinmezken, ana muhalefet de bu politikalara ortak oluyor.
Akkuyu'da nükleer santral kurulmasına yönelik devletlerarası bir anlaşmayı yürürlüğe koyarak, nükleer santral pazarlıklarını kamuoyunun ve yargının denetiminden kaçırıyor.
Türkiye'nin elektrik ihtiyacının ancak %2-3'ünü karşılayacağının bilinmesine rağmen, ülkenin dereleri üzerine 5000'e yakın Hidroelektrik Santralleri (HES) kurmayı planlıyor. Bunun karşılığında, suyun kullanım hakkını, suyun gerçek sahipleri olan yöre halkının elinden alıp, 98 yıllığına, HES'i kuran şirketlere devrediyor.
Ülkemizin neredeyse maden arama ruhsatı verilmemiş tek bir karış toprağı kalmamış durumda. Kentsel yerleşim alanları, 1.derece arkeolojik, doğal ve kültürel sit alanları, 1.sınıf tarım arazileri, ormanlar, su havzaları gibi nitelikli alanlar, denetimsiz ve plansız maden arama ve işletme faaliyetlerinin tehdidi altında.
Son olarak, Kütahya'daki Eti Gümüş A.Ş. ye ait gümüş madeni tesisinde, içinde 15 milyon m3 siyanürlü atık bulunduğu tahmin edilen siyanür havuzundaki baraj setlerinden birinin çökmesi ve akabinde, çevredeki kimi köylerin su kaynaklarından alınan numuneler üzerinde yapılan testlerde, yüksek oranda siyanüre rastlanması, bu tehdidin ne kadar ciddi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Denizlerimizi alternatif bir ulaşım yöntemi olarak kullanmaktan çoktan vazgeçmiş olan iktidar, koylarımızı ve kıyılarımızı balık çiftliklerinin, turizm/inşaat rantçılarının insafına terk etmiş durumda.
Doğanın yağmalanmasına karşı çıkan hukukçuların elindeki tek güç olan hukuki mevzuat; doğanın, kültürel varlıkların, çevre ve insan sağlığının korunması konusunda idarenin yargısal denetimi ile desteklenen güçlü hukuksal yapı, geçen 10 yıllık süreç içinde, doğanın ticari bir nesne haline gelmesinin yolunu açan politikalar ve bu politikaların yasama ve yürütme organındaki destekçileri sayesinde ciddi tahribata uğradı. Çevre talanına hukuki zemin oluşturma saiki ile çevre mevzuatı değiştirildi. Hukuk ve adalet sistemi, çevrenin ve doğanın yağmalanması yolunda bir araç haline getirildi.
Bu yağmaya karşı çıkan hak savunucuları, baskı, korkutma ve polisiye tedbirlerle "zapt-u rapt" altına alınmaya çalışılıyor. Kendisinin sesinden başka her türlü sese ve nefese sağır olan siyasal iktidarın çevre politikalarına karşı sesini yükseltenler, itiraz edenler, fikir açıklayanlar, toplantı ve gösteri haklarını kullananlar, idari ve hukuki mekanizmaların engelleme, soruşturma ve dava tehdidiyle karşı karşıya kalıyor.
Bu kapsamda, 31.05.2011 günü Hopa İlçesi'nde Başbakan'ın seçim mitingi öncesinde HES'lere karşı dereleri savunmak amacıyla, demokratik protesto hakkını kullanırken, polis saldırısı sırasında yaşamını yitiren emekli öğretmen Metin Lokumcu'yu saygıyla anıyor ve katillerinin en kısa zamanda adalete teslim edilmesini talep ediyoruz.
Örneklerini çoğaltabileceğimiz ve ne söylesek bir eksik kalacak olan bu yağma politikasına ve bu politikanın yarattığı kültüre karşı çıkmayı, bu Dünya Çevre Günü'nde, bir hukuk örgütü olarak borç biliyor, bu 5 Haziran'da; nerede doğamız ve yaşamımız talan ediliyorsa orada, yaşamı, emeği ve doğayı savunmak için; başta Türkiye Barolar Birliği olmak üzere, bütün baroları ve tüm meslektaşlarımızı, seslerimizi ve mücadelemizi birleştirmeye davet ediyoruz. 03.06.2011
Saygılarımızla.
Avukat Sema PEKDAŞ
İzmir Barosu Başkanı